İçeriğe geç →

SYKLMLR Yazılar

Ördek başı yeşili kadife ceket ve Schrödinger’in kedisi – 12

En Nihayetinde Her Şey Bir Hikaye Oluyor Akşamüstü balıkçı barınağına indim. İskelede teknelerin önünden mendireğin ucuna yürüdüm. Denizi izleyerek biraz oyalandıktan sonra diğerlerine göre yaşlı sayılabilecek, belki ellili yaşlarının ortalarında, saçlarının kalanı beyazlamış, tütün sarısı bıyıkları olan, güneş yanığından yüzü kararmış birinin yanına gittim. Selam verip tekne gezintisi yapıp yapmadığını sordum. Barınağın diğer tarafındaki bir saatlik turlar düzenleyen tekneleri gösterip onlara gitmemi söyledi. “Senle çıkalım balık tuttuğun yerlere götür, biraz laflarız” dedim. Arkamdan parlayan güneşe ellerini siper ederek kısık gözlerle beni süzdü. Şaşıracağını, belki de kabul etmeyeceğini, balıkçıların şarabı mı yoksa rakıyı mı daha çok sevdiğini düşündüm. Güneşe siper ettiği…

Yorum Bırak

Şimdi hep beraber!

Elinde bira, soliste gözlerini dikmiş ama gözleri kapalı. Dudaklarında “bu gece nasıl da benimsin, ne de güzel benimsin” dercesine alaycı bir gülümseme. Dalgalı sarı saçları yapılı, başı hafif sağa eğik. Solist söze girince ağzı aralanıp, dişlerinin arasından dilinin ucu gözüküyor. Gülümsemesi genişliyor Edirne’den Ardahan’a. Dilini alt dudağında hızlıca gezdirip içeri alırken alt dudağını ısırıyor. Gençler çok film izliyor. Belli belirsiz kırdığı dizinin üzerine doğru esneyip geri geliyor ritimle birlikte. Biz kenarda izliyoruz. Anıl var, Seval, Engin. 162 promil ergeniz… İlk sigaramı içtiğim gece. Yirmi bir yıl olmuş. Eksiksiz 21 yıl olmuş. Eski Camel’ını içerdik Engin’in. O geceden bir hafta sonra…

Yorum Bırak

Avokado

– Bu bardaktaki ne? – Avokado çekirdeği – Neden? – Vallahi ne yalan söyleyeyim, bi kız bıraktı. Hatta gitti onun için plastik bardak, kürdan filan aldı. Bu şekilde suya koyuluyormuş. Bir süre sonra çatlayacakmış. Sonra filiz verip büyümeye başlayacak dedi. Demişti, suya koyarken. İyice kök salınca da bahçeye dikeriz diye eklemişti. Dikersin mi demişti yoksa. Yani şu anki durum “dikersin”e daha yakın. – Benden önceki mi oluyor bu kız? – Ben öyle ifade etmezdim. – Başka neler bıraktı peki? – Yani genel itibariyle her şeyini toplayıp gitmiş. Bir tek çamaşır makinesinde çoraplarını unutmuş– Ha şu yukarıdakiler onun yani – Atmamış…

Tek Yorum

Watsap Hikayesi

Naber napıyosun? Ben de iyiyim. İdare eder yani. Maceralı :) Geldik sanıp trenden inmişim. Uyku mahmuru. Tren bastı gitti. Dağın başında bi köy istasyonunda kaldım. Oraya geliyordum. Sordum canım onu. Bir sonraki tren yarın sabahmış. Gerçi bir de yük katarı varmış. İstersen onunla gönderelim seni dediler ama çok sürermiş, “çok cefalı olur, ekspresi bekle, yatarsın şurada bankta” dedi memur. Öyle yapacağım. Yaptım yani. Banktayım şu anda. Battaniye de verdiler. Aslında öyle olmadı. Yalan söyledim. Her istasyonda duruyordu. Artık midem bulanmaya başlamıştı. Eeeh deyip indim. Gece gece. Sonunu düşünmedim. Çok sıkılmıştım. Ben ne bileyim burada kalacak yer olmadığını. Burada kalacak yer…

Yorum Bırak

İsterseniz yaşayabilirsiniz de..

Masa duldada, bir basamak yukarıda. Deli rüzgar dört merdivenden dört farklı adla esiyor. Çay, bardakta üşüyor, elimde ılıyor. Çay başka bir yerde, belki bir kahvehane masasında koyulaşıyor, bir garsonun elinde tütüyor.  Cam kırıkları kelimelerde. Can kırıkları şarkılarda. Çan kırıkları Notre Dame’ın Kamburunda… – Kalkacak mısınız? Huzursuz. Huzursuz rüzgarın savrukluğu. Huzursuz, bir kulağında kulaklık diğerinde benim cevabım. Huzursuz, elinde sigara beyazlığı. Huzursuz, dilinde kelime tadı.  – Belki bir öykü daha.. Parlak mavi, sigara paketinde. Parlak mavi, bakmadığı denizde. Parlak mavi kedi gözünde. – Hep o masada otururum. Kuytudur ya… Ölüm kuytusu. Mezarlıklar mahalle kuytusunda. Ölen düşler uykunun kuytusunda. Ölü ağaç masanın…

Yorum Bırak

Mecidiyeköy Hikayesi

Üç aşk hikayesinin üçüncüsü – Pardon kardeş, bu fotoğraftakini tanır mısın?– Yok abi tanımıyorum – Karnın aç mı? – Aç – İyi, hadi bi çorba içelim madem senden Taşkın abi bu sohbetle karara varacak olsan bir nevi dilencidir. Kendisiyle ilişkini bu noktada keser, tatsız bi yüz ifadesiyle “deli midir nedir?” diyerek arkanı dönüp gidersen; “Mecidiyeköy metrobüs durağı çıkışında bir deli vardı bugün, fotoğraf gösterip para koparmaya çalışıyordu” diye anlatacağın, pek de kimsenin ilgilenmeyeceği bir günsonu anekdotu olur ancak. İki gün sonra da onu ne sen hatırlarsın ne de bahsettiğin arkadaşların. Bizim hatıramızda konu çorbacıya taşındı. Çorbacısını da önceden belirlemiş olan…

Yorum Bırak

Deli Hikayesi

Üç aşk hikayesinin ikincisi Uyumadan önce sana bir şey anlatmak istedim ama yoksun. Yoksun yani. “Yok” olmuşsun. Bir dönem hiç yokmuşsun. Ardından yıllarca var olduğun bir dönem yaşanmış ama benim haberim yokmuş. Sonra benim için de var olmuşsun. Şimdi yoksun. Bu tuhaf. Psikiyatriste gittim; sorun “yok” olman değilmiş. Esasen sorun, bir sorun olmadığını kabul etmememmiş. Yokluğun aslında sorun değilmiş. Olurmuş böyle. Yani onun için zaten sorun değilmiş ama benim için de sorun olmaması gerekiyormuş. Bir sürü insan varmış, hayatımıza girebilir, girmeyebilir veya girip çıkabilirlermiş. Biz de birilerinin hayatlarına girip çıkıyormuşuz. Ona da olmuş. Bunlar normal şeylermiş yani. Bunları çok büyütmemek…

Yorum Bırak

Buzdolaplı Hikaye

Üç aşk hikayesinin birincisi “Bu buzdolabı tanıştığımızda eski eşimindi. Benim de buzdolabım vardı. Neyse sonra evlendik. Benim buzdolabını attık mı n’aptık… Onunkini kullanmaya başladık. Sonra o gitti. Buzdolabı bende kaldı. Benim eski buzdolabım nerde Kamil? Hea? Ya hurdalıkta, ya çöplükte bi yerde. Bu buzdolabı da piç gibi kaldı burda. Yazık günah. Halbuki onun evindeki o eski halini görecektin, nasıl neşeliydi. Üzerinde fotoğraflar, o şeylerden ne o, mıknatıslı şeylerden, efendim arkadaşlarından küçük notlar motlar, kalpli filan. Şimdi iki kebapçı, bir çorbacı, bir de su bayisi telefonu”. -Tekel de var-Yaşa. Tekel de var. Söyleyim mi birer bira? Cila?-Yavuz Abi kafan güzel oldu…

Yorum Bırak

Funda diye bir ablamız vardı – 5

17’nci Gün Öğleye doğru arkadaşımın odasına gittim. Çay söyledi. “Neler yapıyorsun” dedi. Basit bir soruydu belki, belki de son bir iki hafta  içinde olanlarla ilgili sormuştu. “Hiç işte” demek istedim. Tereddüt ettim. “Sorduğum hiç bir soruya doğru düzgün cevap vermiyorsun” demişti. “Dün Funda diye bir kadınla tanıştım, biraz sohbet ettik” dedim.  Önündeki dosyadan başını kaldırıp “Funda da kim?” diye sordu. Sesinde ne ilgili ne ilgisiz bir anlam vardı. Biraz yüzüme baktıktan önündeki dosyayı kenara alıp dosya yığınından başka birini çekti. Duymamış gibi yapabildirdim, ayrıntısı ile anlatabilirdim. İki hafta önce kurduğu cümlelerin izi kalmamıştı sözlerinde. Toprak yolda arabanın arkasındaki tozun bir…

Yorum Bırak

Funda diye bir ablamız vardı – 4

İTİRAZ / ARA SES – 3/2 İşi yokmuş gibi burnunu kitapların eski okuyucularının hayatlarına sokmaya çalışan okuyucu! Seni ciddiye almaz, açıklama da yapmazdım belki. Daha önce de söyledim yazıyı kimin yazdığının bir öneminin olmadığını. Ama büyük bir yanlış yapıyorsun. Kitap sayfalarında beni ararken, karşına çıkmasını umduğun kişi bana benzemiyor. Sen lacivert forma, beyaz gömlek, beyaz çorap ve siyah ayakkabı giymiş, boynuna lacivert kurdela takmış, saçları muntazam taranmış, henüz makyaj yapmamış/yapamamış, tırnakları her hafta düzenli kesilen lise ikinci sınıf öğrencisi bir kız sandın beni. Bir üst sınıftan oğlanın birine aşık, teneffüslerde bir ağaç altında veya okulun koridorunda cam kenarında kız arkadaşları…

Yorum Bırak

Funda diye bir ablamız vardı – 3

11’inci Gün Salonda her şey her yerdeydi. Gece boyunca kitaplıktaki eski kitaplarla, notlar, ajandalar, günlükler, siyah defterler, fotoğraf albümleri… ne varsa salona getirip karıştırmıştım. Bir şey aramadım. En son diğer kasabadan buraya taşınmak için eşyaları kolilerken bu hale getirmiştim salonu. Bu kez yüklerimden sıyrılmak, biraz da geri de neler kaldığını görmek için öylesine bakmıştım. Her kasaba bir istasyon gibi olmalıydı kanımca. Geri dönmeyeceksem tüm izler silinmeliydi. Fotoğraflar silinmeli, yırtılmalı, not defterlerindeki yazılar bir birine karışmalı, okunmamalı, eşyalar daha taşınırken çöpe atılmalıydı. Ya insanlar. Onlar zaten unuturlardı nasıl olsa.  Salonu o halde bırakıp ikindi üzeri evden çıktım. Havanın son bir kaç…

Yorum Bırak

Funda diye bir ablamız vardı – 2

10’uncu Gün Kafe, bir saat önce yağan yağmurun bıraktığı serinlik ile “mesai”nin insaf ettiği imkan kadar doluydu. Evde anlamsız bir rutini tekrar etmektense onun dışarıda bir şeyler içeriz teklifini kabul etmiştim. Tanımadığım insalarla aynı garsonun getirdiği aynı içeçeklerden içmek ortak bir hayata temas etmek olur muydu, bilmiyordum. O “caffe latte”, ben ise çay söylemiştim.  Biraz kitaplardan, biraz arkadaşından konuştuk. Ödünç kitaplar, ansiklopediler, dönem ödevleri ve kitapların altı çizili cümlelerinden anlattım biraz. Ve biraz da kütüphaneleri. Beni dinlerken iki gün önceki konuşmamızla ilgili neler düşündüğünü merak ettim. İlgisizdi. Arkadaşından gelen mesajlar daha çekiciydi. İki gün önce sorduğu soruların, nedenini bilemeyecek kadar…

Yorum Bırak

Funda diye bir ablamız vardı – 1

1’inci Gün Kitap raflarının arasında sessizce gezinirken, Akdağmadeni İlçe Halk Kütüphanesini hatırladım. Buradaki kütüphanenin de oradan pek bir farkı yoktu. Kütüphaneden çok öğrencilerin müşterek çalışma odası gibiydi ve sefildi. Ancak Akdağmadeni’ne nazaran eski karton kapaklı, sarı saman kağıtlı kitapların çok az olduğunu fark ettim. Kütüphanede yenileri geldikçe eskileri kayboluyordu.  Gezerken raflar arasında hemen fark edilen eski bir kitap gördüm. Hayli yıpranmıştı. Kitabın sırtı yukarıdan aşağıya doğru iki yandan sökülmüştü. İki kapağını alt taraftaki, bir kaç yıl önce şeffaf bir bant ile yapıştırılmış kimlik kartı bir arada tutuyordu. Kitabın sırtı siyah ciltle kaplanmıştı. Kapaklar ise alacalı renkleri olan solmuş kartondandı. Sayfalar…

Yorum Bırak

Arbat Çocukları

Hiç bitmesini istemediğimi hatırlıyorum, özellikle yavaş yavaş okuduğumu. Garip bir gerçeklik duygusu, öyle ki roman benim hayatımdan daha gerçek gibi gelmişti bana. Kendi hayatımdan daha gerçek bir şeyle karşılaşmak korkutabilirdi de.Yok ben müthiş bir haz alıyordum. Bir yandan benim hayatımla hiç ilgisi olmayan Sovyet Rusya dönemi insanları, aşkları, baskı, polit büro,vs… Diğer yanda kendi hayatından bıkmış, hatta tiksinti duyan ben. Bir gece kitabı yavaş ve ciddiyetle bir sandalyede oturmuş dirseklerim masada okurken, derin bir soluk çekip sırtımı arkama yasladım. Bıraksalar Arbat Sokağı’nın kaldırımlarında yürüyüp kaybolabilirdim ve galiba geride özleyecek hiç bir şey kalmamıştı benim için. İnsan nasıl bu kadar yabancı…

Yorum Bırak

MAVİ

Bir balık olduğu kadar bir ışıktır deniz. Hele bir de korkudur, kucaklaşmaktır, sarhoştur deniz. Herkesin bir denizi vardır. Sokak köpekleri ve martıların, çocuklar ve ayyaşların, gümrük görevlileri ve kocası seferden dönmemiş dul kadınların, herkesin ama herkesin bir denizi vardır. Şarabın bir denizi vardır rakının, dar sokaklarda akan kedi sidiğinin ve geniş meydanlara patlayan kalabalıkların kendi denizi vardır. Denize olan uzaklığını aklının bir köşesinde sürekli hesaplayan bir adam varmış, savaşmış, kilim ticareti yapmış, sevişmiş, ama hep hesaplıyor. 100 kilometre, şunun şurası 10 kilometre çok değil, iki sokak, bi yürümelik mesafe… Adam ölmüş, hesap bitmiş. Sıfır. İnsanın kalbi neredeyse, denizi de oradaymış…

Yorum Bırak