İçeriğe geç →

Ördek başı yeşili kadife ceket ve Schrödinger’in kedisi – 13

// Bu metin, 16 parçadan oluşan Ördek başı yeşili kadife ceket ve Schrödinger'in kedisi tefrikasının 13. parçasıdır. //

Kapıyı iki üç kez çaldıktan sonra içeriden sesler gelmeye başladı. Biraz sonra Arif kaptan kapıyı, kim o diye sormadan açtı. Uyku sersemliği ile yüzüme anlamsız baktı. Bir şey demesini beklemeden “kaptan yardımın lazım”  dedim. Bir şey daha dememi beklemedi.

Salona geçtik. Karşılıklı oturduktan sonra “ne oldu” diye sordu. “Birini öldürdüm” dedim.

“Hımm… Ne yapacağız peki? “dedi.

“Falezlerden denize atmayı düşünüyorum. Daha doğrusu  falezlere getireyim, tekne ile ‘ben’i al, denize atalım” dedim.

Saate baktı;  “iki saat içinde halletmemiz lazım, hava aydınlanmadan.”

“Olur” dedim.

“Olur.”

Eve geçtim. Komşuları uyandırmadan cesedi sürükleyip  arabanın arka koltuğuna oturttum. Yaklaşık yirmi dakika sonra falezlerin tepesine geldim. Cesedi alıp keçi yolundan falezlerin dibine, deniz kıyısına indim.  Beklemeye başladım. Aklıma apartmanın içine kan bulaşıp bulaşmadığı geldi. Telaşlandım. Bir yandan bunu düşünürken diğer yandan kaptan nerde kaldı ki, diye denizin karanlığına bakıyordum.

Büyük sıkıntılar, iç acımaları içinde uzun süre bekledim. Önce teknenin pat pat motor sesi duyuldu. Heyecanım biraz arttı. 15 dakika içinde tekneyle kayalıklara yanaştı kaptan. Sığ suda, küçük kayalara vuran dalgalarla ıslanarak cesedi tekneye taşıdık. Biraz üşüdüm. Hatta titremeye başladım, tüm gerginliğin, iç sıkıntısının ve  ölüm anının ağırlığı ile. Kaptan gayet sakin şekilde açığa doğru tekneyi sürmeye başladı. Yaklaşık yarım saat sonra, kıyıdan epey uzakta bir yerde cesedi palamara bağlayıp denize attık.  Dönüşte hiç konuşmadık.   Kaptan bu halde eve gitme diyerek beni tekrar evine götürdü.

Evde, kaptanın verdiği eşofmanları giyip duvara yaslanmış kanepede büzülüp kaldım. Aklımda yaşadıklarım vardı. Son üç dört saati sanki başkası yaşamış gibi, olamazmış gibi şaşkınlık içinde hatırlıyor, görüntüler gözümün önünden gelip geçiyordu. Kaptan bir fincan çay ile yanıma geldi.

“Tamam geçti artık, şunu iç iyi gelir” deyip pencere önündeki berjerine oturdu.

Çayı hızlı hızlı içmeye başladım. Bir şey sormadı. İzledi öylece. Ne zaman uyuduğumu hatırlamıyorum.

Uyandığımda  yine aynı yerinde oturuyordu. Yerimde doğrulup kaptana bakmaya başladım. Su getirdi. Yeniden çay demlediğini söyledi. Çay istedim. Çay gelince sigara yaktım.  İyi olup olmadığımı sordu. Tuhaf bir şekilde iyi hissediyordum. Bu kez sordu; kimi, niye öldürdüğümü…

Anlatmaya başladım.

Kaç gün önceydi hatırlamıyorum. Kitaplar, defterler, mürekkep şişesi, yarım kalmış bir öykü, henüz temize geçilmemiş   bir mektubun müsveddeleri,  bir kaç edebiyat dergisi, dolu bir küllük, bir kaçı boş, birisi yarım sigara paketleri, kirlenmiş bir su bardağı kanepelerin, sehpanın, halının, odanın her tarafına dağılmış duruyordu uyandığımda. Halının üzerinde uyuyup kalmışım. Belki düşüp kalmışımdır. Sırtım, boynum ağrıyordu.  Ne yaptığımı, uyumak için yatıp yatmadığımı hatırlamıyorum..

Kalkıp, kendime geldikten sonra bir sigara yakmıştım. O anda televizyonun karşısındaki ikili koltukta uyuyan kendimi gördüm. Korktum haliyle. Bağırmak istedimse de sesim çıkmadı. Mutfağa gittim hemen. Ne olduğunu anlamaya çalıştım bir süre. Koridora çıkıp sessizce kapı aralığından baktım. Korkum iyice arttı. Titremeye başladım. Ben, benim  farkımda değildi şimdilik. Bu duruma bir anlam veremedim. Gecenin bir saatinde, evde bir tane daha ben vardı ve beni umursamıyordu. Tekrar salona girip bir sigara yaktım. Kanepede uyuyan bene baktığımda; sağ avuç içindeki taze yaranın yaklaşık altı ay önce bıçakla bilerek kestiğim yara olduğunu ancak yaranın geçen ay kabuğunu attığını,  buna göre yatan benin altı ay önceki ben olduğunu anladım. iki üç gün önce  bir kavgada yırtıldığı için attığım kalın oduncu gömleği üzerinde uyumaya devam ediyordu.

Evdeki benle, ne yapacağımı bulamadığımdan dışarı çıkmaya karar verdim. Bir kaç saat şehri dolaştım, kahveye gittim, banklarda oturdum, acıkınca kuru simit yedim.  Sonra eve geri döndüm.

Evdeki ben hala uyuyordu. Yorulmuştum. Belki rüyadır diye uyandığım gibi halıya tekrar uzandım.. Uyuyabilir miydim bilmiyordum. Biri rüyamda bana sesleniyordu. İsmimden başka bir şey anlamıyordum. O sırada kolumdan çekilmesi ile sıçrayarak kalktım. Diğer ben başımda dikiliyordu. Aynı korku ile sen kimsin diye sordum. Çay yaptığını kalkıp içmemi söyledi. Korkumdan dediğini yaptım. Birlikte mutfağa geçtik. İki çay doldurdu. Birini bana uzatıp karşıma oturdu. Sigara yaktıktan sonra bana uzun uzun baktı. Biraz kızgınlık, biraz küçümsemeyle…

-Aynada(*) hiç kendine baktın mı bu sıralar?

-Her gün bakıyorum, hem sen kimsin burda ne işin var?

-Boş boş baktın. Haliyle beni görmedin. Görseydin ne işin vardı diye sormazdın. Neyse. Asıl soru niye burada olduğum.

-Niye buradasın o zaman?

-Ben, altı ay önceki senim. Haliyle, senin anıların beni de kapsamasına rağmen, senin anılarının altı aylık kısmı bana ait değil. Bu durumda son altı ayı çıkarırsak ikimiz aynı kişiyiz. Ancak son altı ayda yaptıkların beni ve ortak anılarımızı değiştirmeye başladı. Bu senin benim hayatımı da değiştirdiğin anlamına gelir.

-Garip bir açıklama. Bu durumda sadece ben varım. Sen sadece geçmiş bir anısın. Nasıl ayrı biri gibi konuşabilirsin ki.

-Bu sorunun cevabını anlayacağını sanmıyorum. Şu sıralar bir şey anlayabiliceğini de sanmıyorum. O yüzden sorunu daha fazla açıklama gereği duymuyorum. Asıl konuya gelirsek, senin benim anılarımı yani beni değiştirmene izin vermemeye karar verdim. Daha açık bir ifade ile hayatımızı daha fazla bozmaman için hayatımıza el koydum.

-Bu ne demek? Nasıl yapacaksın böyle bir şeyi ?

-Asıl soruları devamlı şaşırıyorsun.

Bir süre böylece konuştuktan sonra beni eve bağladı. Üç dört gün boyunca benim yerime işe gitti geldi. Dışarı çıktı. Arkadaşlarımla görüştü. Evde olduğu süre boyunca beni sorguladı. Yaptığım her şeyi, söylediğim sözleri. Sevdiğim kızı, ailem ve arkadaşlarımla ilişkimi, gittiğim yerleri, konuştuğum insanları, yediğimi- içtiğimi, her şeyi sorguladı. Beni çözer umuduyla bir çok şey anlattım, bir çoğunda ikna olmadı. Daha fazla sorguladı. Hayat denen şeyin insanları ikna etmeyle ilgisi olmadığını, onu da ikna etmek zorunda olmadığımı söyledim. En son aslolan ben olduğumu, onun anılardan ibaret olduğunu, asla ben olamayacağını söyledim. O zaman beni dövmeye başladı.  O işkence ettikçe ben, ondan sonraki anılarımı anlatmaya başladım. Benim kız arkadaşım olduğunu ama onun olmadığını, benim öptüğümü onun öpemediğini, benim sevdiğimi onun sadece hoşlanmakla kaldığını anlattım. Beni daha çok dövdü. “Kendini kandırıyorsun, ikimizi de mahvediyorsun” dedi. Aldırmadım. Kaç gün sürdü bilmiyorum. İşe gidiyor, dışarı çıkıp geliyor, yemek yiyor, uyuyup kalkıyor, bulduğu her fırsatta ona ait olmayan anılarıma saldırıyor, ben anılarıma sahip çıktıkça beni daha çok dövüyordu. 

Dün gece nihayetinde o yattıktan  bir kaç saat sonra günlerdir milim milim gevşettiğim ipten elimi kurtarmayı başardım. Bir ekmek bıçağı alıp yanına gittim. Doğrudan öldürmek istedim ama vazgeçtim. Ben de ona acı vermek istedim. Onu uyandırmadan evin içinde sopa aradım. Süpürge sapı ile  bir vuruşta  kırdım sağ bacak kemiğini. Uyandı.  Vuruşumun şiddetine ya da acısına değil de sanki kemiğin kırılma sesine uyanır gibi uyandı. Hemen iple elini bağladım. Yüzünde en ufak bir acı hissi yoktu. Hiç bir şey demeden beni izliyordu sadece. Sandalyeye oturtup  beni bağladığından daha sıkı bağladım. Sağ bacağını özellikle kanırtarak ve ezerek bağladım sandalyenin ayağına.  Bana alaycı bi şekilde bakıp gülüyordu.

Konuşmaya başladık

-Sen benim hayatımı çalamazsın!  Hayatıma  sahip de olamazsın. Sen geçmişte kaldın!

-Salaksın sen.

-Ne yaşadı isem hepsi benim.  Ben sevdim, ben yaşadım her şeyi.

-Aptalsın işte.

-Sen unutulup kalacaksın. Seni yaşadığım günler en kötü günlerimdi. Silinip gideceksin.

-Gerizekalısın üstelik.

-Seni zamanla unutacaktım. Zamana gerek yokmuş. Birazdan öldüreceğim. Bitecek her şey.

-Hala ne kadar küçük olduğunu anlamadın. Beni öldürünce geriye ne kalacak. Öldür beni, umrumda değil ki. Sana acıyorum. Hayatımızı mahvetmene acıyorum.

-Bu hayat benim değil mi, istediğim yerden kesip atarım. İstediğim kısmına sahip çıkarım.

-İyi ya sen bilirsin. Bir gün, belki, bir altı ay sonra biz’den başka biri gelip bu kez seni silip atacak. Benim gibi çıkıp ona karşı gelmeye çalışacaksın. O senin beni yok saydığın gibi seni yok sayacak. Bunun bir çözüm olmadığını anlamadın mı?

-Hayatın bir anlamı kaldı mı sanıyorsun?  Kim kimi öldürüyorsa, kim kimi hayatından anılarından çıkarmak istiyorsa yapsın. Benim için bir anlamı yok.

-Oysa sen benle sen olabilirsin, hep birlikte bir hayatız biz. Ben sadece bu hayata sahip çık diye geldim. Bize sahip çık diye.  Anlamadın.

-O zaman niye sen geldin.? Lisedeki nerede? O niye gelmedi? Ya da fakültedeyken her gün yan sıradaki kızı seyredip iç geçiren?  Annesinin salçalı ekmekle beslediği sübyan?   Sıkılıp sıkılıp günlerce evden çıkmayıp duvarları seyreden ben nerde? Başka biri gelseydi ya.

-Benim onlarla onların da bizimle bir sorunu yok ki. Sorunu çıkaran sensin. Hem de benimle sorun çıkardın, tabi ki ben gelecektim.

-Seninle bir sorunum yok benim.

-Öyle san sen. Acı yaşadın, yaşıyorsun, dindirmek için başa dönüyorsun. Acı böyle bitmez.

-Sen demedin mi senden sonraki hayatımı düzelteceğim diye. O zaman sorunlu yer oraysa onu düzeltmek doğru olmaz mı?

-Sen düzeltmeyi hep yanlış anladın. Sen acaba ben senin yerine  işlerini yaparken ne yaptığımı sandın? Ben sadece benden sonraki anılarını bozmaman için çalıştım. Sen bunu göremezsin. Acıyı böyle yaşayacaksın sahip çıkarak, anılarına karıştırıp iyice özümseyerek. Hiç unutmayarak. Sen bunları yapmadın. Bir şey oldu ve sen son altı ayını mahvetmeye başladın. Ben de el koydum. Son altı ayın olmadan sen olamazsın, sen “sen” olamazsan ben ve benden önceki bizler de olamayız.

Bunları söyledikten sonra karşısında koltuğa oturdum. Sinirimden dudaklarım titriyordu. Her şey allak bullak olmuştu. Sonra bıçağı alıp hırsla kalbime sapladım.

Burada durakladım. Bir şey yanlıştı. Ölen bendim. Anlatan da bendim. Kimi öldürdüm, üstelik ben de öldürmemiştim, ben kendimi öldürmüştüm.

Kaptan,  “acısı geçmez, geçti sanırsın ama geçmez”  dedi.

“Ben ne yaşadım o zaman kaptan??  Denize kimi attık ???”

Dedim.

*Aynadaki Kim

Tefrikada Gezin← Önceki parçaSonraki parça →

Kategori: DÜZ YAZILAR

Yorumlar

Yorum Yap >>