“Çiçeklerimi vazolarıma yerleştirdim
onları küçücük bir sonsuzluğa borçlandırarak
yukarı çıktım
her yanı gözden geçirdim bir bir
…
ve dedim: sanki bir tanrı mevsimiydi, hiçbir zamandı
ki her şey yepyeniydi, biraz şaşırdım.”
(Edip Cansever/ Otel Oteli)
Bir zaman sonra;
Efrahim, Frenk’in batakhanesinde barbutta tüm parasını kaybedip üstelik borçlanınca hırsından soluğu Artin’in Çukur Meyhanesi’nde aldı.
Afyonlu şarapları yuvarladıkça daha da hırslandı, hırslandıkça daha da içti. Ağzı yüzü yamulmuş Eleni’nin evine vardı.
Eleni “param yok” dedikçe daha çok vurdu, vurdu. Yere düşünce de tekmelemeye devam etti. Bütün evi dağıttı. En son kapıdan çıkarken yerde yatan Eleni’nin mama’sından tek yadigar elmas küpeleri kulaklarını yırtarak çekip aldı. Önünde her gece diz çöküp dua ettiği başucundaki altın varaklı Meryem Ana ikonası ile birlikte.
Eleni, bir süre baygın yatıp kendine geldiğinde bağdaş kurup oturdu. Önündeki kırık vazo parçalarını toplarken irice bir parçanın usul usul bileklerini öptüğünü farketmedi.
Bir damla gözyaşı istemeye istemeye yerini terk etti. Dudağından sızan kanla buluşup tamamlanınca tuttu onların üstünü örttü.
Leon otelden ayrıldığı gece Pera’daki tuhafiye dükkanını boşalttı. Kimseye haber vermeden ertesi gün Atina’ya döndü. Orada evlendi. Bir kız çocuğu oldu. Adını ‘Helena’ koydu.
Otel:
Bir yerin, bir şeyin sağında, solunda, önünde ya da arkasında değil.
İlkbahar, yaz, sonbahar, kış, ilkbahar değil.
Yorumlar