İçeriğe geç →

CENAZE

Kocasının cenazesini anlatıyordu yaşlı kadın: “Bütün uzun çarşı hayran kaldı”

Uzun çarşı küçük bir kasabanın kısa bir sokağıdır. Esnafın toplandığı yer. Kocası kırk yıl boyunca burda dükkan işletmiş bir esnaftı. Uzun çarşı esnafının düşüncesi kadın için ne kadar önemli olmalıydı ki ölüm karşısında bile bir rahatlama vesilesi olabiliyordu.

Hayatı boyunca kimler konuştu bu kadının vicdanında? Akrabaları, komşuları, bir yığın insan. Gün gelir bir “ulular meclisi” kurulur içimizde. Yaptıklarımızdan yargılar bizi. Eşiyle geçirdiği koca bir hayatın hesapları dökülüverir. Hepimizin içinde bir ulular meclisi vardır. Katılımcılar değişir. Lise aşkın, baban, bir arkadaş. Gün gelir içinde toplanırlar. Göz göze gelmekten korkarsın. Televizyona çıkarılan bir adam düşünün. Trilyonları cebe indirmiş olsun ya da kansere çare bulmuş. Beni şu an izliyordur diye içinden geçirdiği bir insan olur mu? Yıllardır hiç konuşmadığı, görmediği bir eski sevgili, öfkenin hiç açığa vurulmadığı bir kardeş? Herkesin bir ulular meclisi var, zaman zaman hesaplaştığı, televizyon ekranında veya gece yalnız kalınca, farkında olmadan boyunduruğu altında olduğu. Söylenmemiş bir son sözü vardır her insanın.

Yaşlı kadın ölümden ve mezarda geçen ilk geceden bahsetti sonra. Şizofren bir düşünce değildir kocasının mezarda ilk gece yargı meleklerine hesap verdiğini varsaymak onun kültüründe. O an neyin hesabını veriyordu kocası? Zebaniler mi toplanmıştı başına, melekler mi? İçim daralıyordu, saygısızlık olmasın diye kalkıp gidemiyordum. Kadın da daralıyordu. Kendi ölümünü düşündüğü için olsa gerek. Bir an kavradım ki bunalmamız aynı bunaltı değil. Kıstırılmıştı kadın. Bir yörük kızı temmuz sıcağında ovaya kıstırılmış, yaylasına çıkamıyordu. Ben trafikte sıkışmıştım oysa. Yolun açılmasını bekliyordum, oflaya poflaya. Bir sigara yaktım. Rahmetli de severdi sigarayı.

Demek insan şiir olsun diye değil gerçekten yaşadığı yerin taşına toprağına benziyordu. Ölümü, sonrasını, mezarı ulularından öğrenmişti kadın. Ovanın göğünde yükselen yüce dağlara bakarak bulmuştu tanrıyı. Çiçekler açınca sevinmiş, zirvesine kara bulutlar toplanınca korkmuştu. Demek ölüm, tanrı, adalet ve öfke ve hayat İstanbul gibi oluyordu, Ankara gibi oluyordu. Yol kenerında bir köy çeşmesi gibi aralıksız akıyordu her şey içimize. Herhangi bir şey ilk aşkına benzeyebiliyordu.

Kategori: DÜZ YAZILAR

Yorumlar

Yorum Yap >>