İçeriğe geç →

Yazar: Koçak

KADINLAR

Bir çocuğun gülümseyen yüzü. Dalıp gitmiş. Bir kültür merkezinin açılışına denk gelince içeri girdim. Öyle ışıltılıydı sokaktan gelen geçen ne oluyor diyip içeri giriyordu. Kapıdan girince tam ortaya yerleştirilmiş bir oda müziği orkestrası melodik, neşeli bir şey çalıyordu. İşte orada küçük bir kız çocuğu elinde selpakları dalıp gitmişti keman çalan kıza. Kemana mı bakıyordu, uzun sarı saçlarına mı bilemiyorum. Sanki bir düş görüyordu. Öyle hiç kıpırdamadan, yüzünde bir gülümseme. İçim burkuldu. Hiç bir zaman keman çalamayacağını düşündüm. Yoksul ve kadın olacaktı gelecekte. Memeleri diri, kalçaları sıkı, boyu yeterince uzun olursa bir gün belki televolede çıkardı. Ya da zengin bir koca…

Yorum Bırak

İNSANLIK

İyice içmiştim. Gözlerim garsona takıldı. Masada oturan mini etekli kadının aralanmış bacaklarına bakıyordu. Bakmaktan çok dalmıştı. Aklıma ortaokul sıralarındaki halim geldi. Kızların bacakları ne gizemli bir vaaddi. İçtikçe uzay zamanın içime yığıldığını hissediyordum. Binlerce yıldır yaşayan milyar ayaklı, milyar kollu bir yaratık olduğumuzu hissettim. Açlıktan ölen, savaşan, sevişen, düzen ve düzülen bir tek varlıktı sanki. İçtikçe eriyordum. Tek başıma ben hiç bir şey ifade etmiyordum. Bardaki garson bir kapı açmıştı o anda. Diğer insanlara akıyordum. İnsanın evrensel bir bütün olduğunu düşündüm. Binlerce yıl yaşanan ne varsa birikiyordu yeni doğmuş çocuğun üstüne. Yeni doğmuş değildi hiç bir bebek. Bir ağacın son…

Yorum Bırak

DAĞ

Musa denizi yaracaktı ki bu dağ buradaydı. Sezar imparator olduğunu ilan ediyordu, bu dağ buradaydı. İsa çarmıha gerilirken bu dağ böyle bekliyordu. Fatih kardeş kanıyla abdest aldı, karacaoğlan türkü söyledi bu dağın etekleri karlıydı. Bak şimdi yeşermiş. Bu dağ yerinde hala. Zirvesine çıksan, yol yapıp üstünden geçsen onu yenemezsin. O senden sonra da bu ovayı izleyecek. Diz çök önünde. Saygıyla dinle rüzgarları. Uzat ellerin dokunsun bulutlara. Sen bu dağı yenemezsin. Onu ancak severek seni ezmesinin önüne geçebilirsin.

Yorum Bırak

ŞAKŞAK İBO

Rüzgarla uçusan bir kağıt mendilin ardından caddenin ortasına atlayıvermişti. Bir anda trafik tıkandı. Mendili yakaladı, cebine attı. Mutluydu. Şakşak İbo. Mahallenin delisi. Sürekli el çırparak gezdigi için Şakşak İbo derler. Yaşlanmaya başladı artık, saçları ağardı. Küçükken etrafinda çemberler çizer el çırpardık ”Şakşaak İbo Şakşaaak İbo”. Ağzı köpürür bizi kovalamaya başlardı. Kaçıp apartman kapısını kapayıverirdik. Gelip çılgınca kapının camlarını yumruklar, bazen çatlatır, yabanıl çığlıklar atıp giderdi. Apartmanda bir de Bilgün Abla vardı. Bu deliye çok iyi davranırdı. Abla dediğime bakmayın o zamanlar otuzlarındaydı. O kadar güzel bir kadındı ki kimsenin dili teyze demeye varmazdı. Uzun dalgalı saçları, askılı elbiseleriyle sokaktan geçerken…

Yorum Bırak

BİZ HİÇ KANAT ÇIRPMADIK

Yağmur başlamıştı Beklemiyorduk Güneşli sabahın görkeminden gözlerimiz kamaşmış Çatıda güvercinler guruldadı sonra Sokulmuş birbirine ılık bir sürü Yağmur yağmaz odalara Birbirimize hiç sığınmamıştık Yüreklerinin atımını dinledik sakin ve yavaş Ellerimizde korku dolu çarptığını hatırladık Ellerimizden utandık Bahar gelmişti Beklemiyorduk Şaşırdığımıza utandık Havalanan kanatlarını dinledik sürünün Biz hiç kanat çırpmadık.

Yorum Bırak

FISILTI

Geceydi. Çam ormanında yürüyorduk. Sustuk. Üstümüzde yıldızlar. Sustuk. Uzaktan gecenin uğultusunu duyduk. Yakınlarda yol da yoktu. Sonra anladık, birbirine sürtünen milyonlarca iğne yaprak uğulduyordu. Bir süre hiçbir şey demeden öylece dinledik. Orman fısıldıyordu.

Yorum Bırak

NUHUN GEMİSİ

Gavur marsa bir uzay gemisi yollamış. Havalanırken bir de kamera koymuşlar ardında kalan dünyamızı görüntülemiş. Harika bir manzara bu gittikçe eğilen sonunda küreselleşen görüntü. Tam televizyonda marsa giden geminin çekimlerini izlerken kapının zili çaldı. Karşı komşu gelmiş. Kambur,buruşuk, yaşlı bir kadın. Elinde cam bir kapta içine incir ve portakal dilimlenmiş, üstüne ceviz serpilmiş, buram buram tarçın kokulu buz gibi bir aşure getirdi. Portakal dilimlerinin diri, turunç ışıltısına baktım. Yoksa genç kızlığın mıdır bu getirdiğin serin kase? Neyse oturdum yedim aşureyi. Ve marsa gemilerle gittiğimiz gün gelinceye kadar Nuh’un gemisiyle idare etmeyi bildim.

Yorum Bırak

TOMMİKS MİSİN O’LUM SEN?

Tabanından tavana kadar kitaplarla dolu küçük bir sahaftı. Bir seksenden uzun yüz yirmi kiloluk bir adam işletirdi. Dükkanın içinde hareket etmesi imkansızdı müşteriler serçe kadar çocuklar olmasa. Çocukların boyunun yetişebileceği yere kadar çizgi romanlar olurdu. Daha üstte ciddi kitaplar. Şimdi düşünüyorum o kadar çok çizgi roman vardı ki, İstanbul’daki “gerekli şeyler” yetersiz kalıyor. Ağzımızın suyu akarak serilere bakardık. Conan, Mister No, Mandrake, Kızılmaske, Alaska, Zagor, Silver Surfer, Örümcek Adam, X Men, Zembra, Ten-Ten, hiçbirinin hakkını yemek istemiyorum. Yalnız Tommiks’le çok alay ederdik. Süt kuzusuydu. Muhallebi çocuklarına tommiks demek adet olmuştu bizim mahallede. Conan ve Tarkan’ı kıyaslamak nasıl keyifliydi tanrım. Yüzbaşı…

Yorum Bırak

RÜZGARI ÖZLEDİM EN ÇOK

Öpüşmek sahiplenmekten çok bir yokoluştu benim için. Bir hiçe sayıştı. Neyi? Aklına ne gelirse. Yel değirmenlerini yeniyordum. Sonra öptüğüm kıza karşı bile savaştığımı farkettim. Gözlerinin rengi çocukluğumun güneşli öğleden sonralarını hatırlatırdı bana. Yabanıl, mutlu ve koşturmaktan ter içinde kalmış bir çocuğun salak iyimserliği çökerdi yüzüme. Sonra bir kız mantıklı olmaktan bahsetti. Bir diğeri hayatın gerçeklerinden. Öpüyordum onları ve birlikte çekip gitmeyi düşlüyordum. Bir dağ köyüne veya ne bileyim ispanya’da bir kurabiyeci dükkanı açabilirdik. Önce bunları söylemedim onlara. Anlatınca gülüp geçtiler. Kimsenin “başka türlü bir şey” istediği yoktu. Ütopyaları yoktu. Onlarla da savaştığımın farkına vardım o zaman. Yel değirmenlerine onlar da…

Yorum Bırak

ÜFLEYİN HADİ FLÜTLERE

parlıyor suyun içinde kırmızı mavi turkuaz çakıl taşları hangisi ne kadar derin bir adam boyu bir adam bir adam dokunuyor avuçlarında eriyor taşlar kırmızı mavi turkuaz su olup akıyor adam artık ölü dalgalanıyor yosunlar ne kadar derindir ölüm boyun kadar bir adam boyu bir adam üfleyin hadi flütlere çınlasın kahkahası ışığın kısa etekli kızlar çiçekler atsın nehirlere konukları karşılamalıyım şölen masasında tabutum hoş geldiniz cenazeme geriye ne kaldı terli yumuşak parmaklarınız meraklı gözlerinizden başka benden geriye kuyruğu kesilmiş bir kedi kaldı dostlar ve kirli hırsları kuyruksuz gölgesi ışığın yere serilmiş leşi tüm gölgeler gibi anlıyor musunuz kuyruksuz da olsa gölge…

Yorum Bırak

TOPLAMA KAMPLARI

“İnsanın en büyük sorunu maddeyi ruha çevirmektir” demiş Kazancakis. Nazi kamplarında insandan sabun, kitap cildi, sicim, düğme yapıldığında belki beş bin belki on bin yıllık bir tarihin sonuna gelinmiş oldu. Bu bir bozgunun doruk noktasıdır. İnsanın maddeye çevrilmesi. İnsanlık tarihinin hiç bir katliamı, hiç bir tecavüzü bu boyutta bir yenilgi değildir. Her şeyin sıfırlandığı an. Çekilen insani acılardan çok daha fazlası var toplama kamplarında.

Yorum Bırak

CEM KARACA

Bir insanın kendisiyle olan umutsuz mücadelesi: Cem Karaca. İki insan sanki. Gençliği ve yaşlılığı boğuşuyor. Gençliğini öldürdü. Şimdi şarkılarda, anlatılan öykülerde yaşıyor tamirci çırağını söyleyen coşkulu adam. Boğazı kesilmiş bir gerilla lideri gibi. Yaşlı adam şarkılarla savaştığının farkında değil. Bir efsaneyi yenmeye çalışıyor. Kendi isminin altında eziliyor her gün. Bu kadar uğraşmasının asıl nedeni parasız kalmış olması herhalde. Yoksa o küçük barlarda söylemezdi, emin olun. Ve eski şarkılar istendikçe peçetelerle her gece belki anlıyor belki anlamıyor umutsuzluğunu bu yaptığının. Öfkeyle reddediyor onları söylemeyi. Müthiş bir mücadele bu.

Yorum Bırak

AMAZON AFRİKA

büyük suların kutsal ve narin kızı derinlikte asılı öylece mavi balina sen herşeyi görürsün şevkatli koynundur okyanus tabanı diz çöktük affet günahlarımızı arınacak ruhlarımız senin şarkınla mavi balina ağlıyor okyanusun sessiz bakiresi amazon afrika sen ben tanrı soyu balina uyku ürkek ve masum bir yılan keyiften ısırıyoruz birbirimizi amazon afrika çizgi roman kahramanları onlar kadar erkek olmasam da gebeyim kendime evrildim yine benim ya ısırdın kopardın beni tanrı olsam gerek soyum balina sonra deniz yıldızları ve süngerler tanrı onlar da

Yorum Bırak

BİR GORİL SÜRÜSÜNÜ NE KADAR AŞTIK?

İş çıkışı kaldırımlarda dans eden çiftler görebilir miydik? Gün batımında şarkı söyleyen kızlar oğlanlar da olur muydu? Kaç kişi öpüşür sokaklarda, kedinin bokunu sakladığı gibi kapalı kapılar ardına gizlenmektense. Sen kaç insan gördün söven, kavga eden; kaç insan gördün öpüşen? Sokağa çıktığında nasıl bir şehir bekliyor seni? İçine derin bir soluk çekip rahatlayabiliyor musun? Artık güzel bir şey görmek istiyorum. Yüzeysel, tamamen görüntüler dünyasına ait ve ilk bakışta baştan çıkaran. Salakça mutlu etsin beni. Dünyaya ve insana estetik bir görünüm vermekten o kadar uzağız ki. O asıl aldırmamız gereken iç güzellik denen şeyin ne kadar nadir olduğunu anlıyoruz. Odana astığın…

Yorum Bırak

ÇİMLERE SERİL ŞÖYLE

Çimlere seril şöyle. Kapa gözlerini. Hafiften rüzgar esiyor. Bulutlar gelip kapıyor güneşi. Çimin nemini sırtında hissediyorsun. Rüzgar çıkıyor yeniden. Güneş açıyor. Güneşin soğumuş bir parçasıysa dünyamız, hepimiz külüz. Güneş ve kül. Ve böyle dostlukla ışıldaması aldatmaz seni. Öyle bir ülkede doğdun ki sen, doğanın korkunç bir canavara dönüşebileceğini biliyorsun aslında. Yarın kuraklık gelecek belki, belki bir depremde bu çimlerin arasına gömülecek büyüdüğün kent. Şimdilik bunları düşünme ama. Sevdiğin kızın gözlerinde altın ışıltısına bak gökyüzünün. Ve yalnız o gözlerin kamaşmasında bir an tanrıyı görür gibi ol. Kağıda eşgalini çizebilecek kadar net, kıvılcım gibi kısa bir an. Sonra da seviş işte. Ölmeden…

Yorum Bırak