İçeriğe geç →

Funda diye bir ablamız vardı – 3

// Bu metin, 6 parçadan oluşan Funda Diye Bir Ablamız Vardı tefrikasının 3. parçasıdır. //

11’inci Gün

Salonda her şey her yerdeydi. Gece boyunca kitaplıktaki eski kitaplarla, notlar, ajandalar, günlükler, siyah defterler, fotoğraf albümleri… ne varsa salona getirip karıştırmıştım. Bir şey aramadım. En son diğer kasabadan buraya taşınmak için eşyaları kolilerken bu hale getirmiştim salonu. Bu kez yüklerimden sıyrılmak, biraz da geri de neler kaldığını görmek için öylesine bakmıştım. Her kasaba bir istasyon gibi olmalıydı kanımca. Geri dönmeyeceksem tüm izler silinmeliydi. Fotoğraflar silinmeli, yırtılmalı, not defterlerindeki yazılar bir birine karışmalı, okunmamalı, eşyalar daha taşınırken çöpe atılmalıydı. Ya insanlar. Onlar zaten unuturlardı nasıl olsa. 

Salonu o halde bırakıp ikindi üzeri evden çıktım. Havanın son bir kaç hafta içinde az da olsa ısınmış olması nedeni ile caddeler kalabalıktı. İhtimal herkes sahilde yürüyor, meraklıları dalgakıranda balık tutuyorlardı. 

Kütüphaneye girdiğimde kütüphane memuresi dışında salonda benden daha yaşlı kimse yoktu. Demir ayaklı, çam ağacından yapılma tenha bir masaya geçtim. Tüm masalar böyleydi. Rahatsız, sert ve bacakları aşınmış gıcırdayan bir sandalyeye denk geldim. Otururken gürültü yapamamak için ortaokul ürkekliğim düştü üzerime.

Perişan kitapta, roman kahramanlarının İzmir’de Fuar’ın başladığı günlerde bıraktığım hikayelerini okumaya devam ettim. Hikaye olayların akışı itibari ile hızlı ilerlese de bir türlü çekici bir yanını bulamıyordum. Arada bir altı çizili cümleler çıkıyordu ve her seferinde önceki okuyucular aklıma geliyordu. Bu şekilde altı yedi bölüm okuduktan sonra bölüm sonu olan sayfanın boş kısmında kurşun kalemle yazılmış bir yazı gördüm.

Unutmak kolaysa birtanem

                                öyleyse

                               önce sen unut beni 

                              unutamadım…

yazıyordu.

Yazıyı bir kaç kez daha okudum. Hava kararmak üzereydi. Kütüphanenin ışıklarının geldiğimde de yandığını hatırladım. Sonra ilk sayfadaki ödünç verme listesini açıp acaba bu yazıyı kim yazdı diye düşündüm. Tarihler, üye numaraları gelip geçtiler gözümün önünden. Bir süre dışarıyı izleyerek Şubat 1996 okuyucusu olan 81 numaralı kızın acısını ve çok değil belki bir mevsim sonra bitecek aşkını düşündüm.

İTİRAZ/ARA SES-3/1

Aslında senin hikayeni bilsem bütün bunları niye düşündüğünü anlayabilirdim. O zaman sen de bırak, kendince çizdiğin insan suretlerine hayatlar yerleştirmeye. Belki de çizdiğin o insan suretleri, o kalıp hayatlar senin bile değildir. Senden önce birileri çizmiştir onları veya müşterek hayatın çıkardığı kalıplardır onlar. O yazıyı kimin yazdığının ne önemi var ki.

Kitapla ilgili kütüphane memuresi ile konuşmak geçti içimden. Fark ettirmeden bir süre izledim. Gelen giden olmadığından önündeki bilgisayarla ilgilenmek dışında bir şey yapmıyordu. Kütüphanenin kapanma saati yaklaştığından daha sonra konuşurum diyerek çıktım.  

12’inci Gün

İşten mutadım hilafına erken çıktım. Gün boyu sonraya ertelediğim görüşmenin, uzamamasını istedim. Belki de biraz daha ertelesem cesaretimi kaybederdim. O yüzden kütüphaneye gitmeye karar verip erken çıktım.

Akşam eve geçince, kitaplarım, defterlerim, fotoğraflarım arasında bilmediğim bir şeyin kitapla ilgili olduğu hissine  kapılmıştım. Kitapta da ödünç verme muhtırasında. Bir şey aramıyordum hiç bir yerde, hiç bir şeyde. Belki bugünüm, dün olmadan yük olmaya başladığındandı her şey. İş yerinde okuduğum her şey dünle geçmişle ilgiliydi. Okuduğum kitaplar, evdeki her şey. Kasabada gittiğim mahalle, kafe, cami ve tüm sokaklar. Bugünümde sadece bir kaç arkadaş vardı. Savruk, uzak, mesafeli.  Bugünüm dünlerden daha dündü ve yüktü. Bu yüzden kitapla ilgili bir şeyler bulmak istedim. O yüzden konuşmalıydım. 

Arabayı ana caddeye bırakıp ara sokaktan kütüphaneye gittim. Ödünç kitap veren kütüphane memuresinin yanına varıp “iyi akşamlar” dedim. Aynı şekilde karşılık verip sıradan alışık olduğu sorulardan birini sormam için “buyrun” dedi. Özel bir kaç şey soracağımı müsait olup olmadığını sordum.

Önce bana sonra da salonun içine meraklı gözlerle bakıp tekrar “buyrun” dedi. “Kaç yıldır bu kütüphanede çalışıyorsunuz” diye sordum. Şaşırdı. İhtimal bunca sene kimse sormamıştır. “Ne için sordunuz” diye karşılık verdi. Elimdeki kitabın ödünç verme muhtırasını gösterip kaç yıl önce bu şekilde kitap vermeyi bıraktıklarını sordum. Niye sorduğum konusunda merakı gitmedi ancak “bir buçuk yıl öncesinde bıraktık” diye cevap verdi. Bilgisayardan kontrol ettiğinde de yeni uygulamada kimsenin kitabı ödünç almadığını söyledi. Bu kez muhtıradaki tarihleri gösterip “bunlardan birini siz yazmış olabilir misiniz” dedim. Cevap vermesini beklemeden ilk iki tarihi gösterip “bunları siz mi yazdınız, yani bu üyelere bu kitabı siz mi verdiniz” diye sordum. İlk defa böyle bir sorgulama ile karşılaşmanın şaşkınlığının yanı sıra benim niye bunu sorduğuma dair hayretiyle kitabı eline alıp yazıları incelemeye başladı. Biraz inceledikten sonra, “burada çalışmaya başlayalı sekiz sene oldu, ama bu yazılardan hiç biri benim değil” dedi. “Anladım” dedim. Kadın bu kez bir şey sormadan biraz daha kitabı ve muhtırayı inceledikten sonra “Funda diye bir ablamız vardı, bu kütüphanede on dokuz sene çalışmıştı, ben başladığımda en kıdemli memur o idi, dört yıl önce kurum değiştirdi, belki o vermiştir” dedi. “Kendisini nerede bulabilirim” diye sordum. Bu kez “niçin arıyorsunuz, Funda abla ile ne yapacaksınız” diye endişeli bir şekilde sordu. “Sadece bu kitabı benden önce, yani benim çocukluk öğrencilik yıllarımda kimler okudu merak ettim, nasıl birileriydi, belki hatırlarsınız” diye sormak istedim dedim. Merakımın saçmalığı endişesini dağıttı. Bu kez alaycı bir sesle “muhtemelen Funda abla hatırlar, belki bu kitabı değil de kimlerin kitap aldığını hatırlar, bu şehir onun işe başladığı yıllarda bir sahil kasabasıymış, herkes birbirini tanırmış” dedi. İlaveten “herkes gibi kişiler almıştır, ya öğrencidirler ya da bir kaç memurdur, hepsi bu” dedi. Çaresiz bir sesle “anladım” dedim. “Kitabı iade edecek misiniz” diye sordu. Daha onbeş günün dolmadığını ve kitabı bitirmeme az kaldığını söyleyerek teşekkür edip çıktım.

Herkes gibi kişiler işte, sevgilisi ile buluşmaya çalışan bir lise öğrencisi” dedim, köşebaşında arkadaşı ile bir şeyler konuşup sokağın başını gözleyen öğrencilere bakarak. 

Yemeği, bir esnaf lokantasında yiyip eve gittim.

Tefrikada Gezin← Önceki parçaSonraki parça →

Kategori: DÜZ YAZILAR

Yorumlar

Yorum Yap >>