İçeriğe geç →

Kırmızı Radyonun Yanındaki Kutu

Bir kutu bulmalıyım diye düşündüm gün boyu. Sadece tek bir kutu. Aklımdan hiç çıkmadı. Dolaptaki kitaplar, masadaki kalemler ve takvim. Hepsini o kutuya sığdıracaktım. Önce kitapları koysam, kalemlik ve takvim sığmıyordu, kalemliği en alta koysam bu sefer kitaplar kutu içinde düzgün durmayacak, üzerine bir şey gelince kenarından köşesinden kırılacaktı kapakları. Biraz düşünüp vazgeçiyordum. Aklımdaki kutunun ebatlarının ne olduğunu bulmaya çalıştım. Kenar uzunluklarını ve derinliğini hesapladım, bir sonuca varamadım.

Eray uğradı. Oturduk. O kahve içti, ben çay. Bana, akşam gelecek misafirinden bahsetti bir ara. Öyle sanıyorum çünkü, o konuşurken diğer ilçenin adının geçtiğini duydum. O ilçede bir arkadaşı olduğunu biliyordum. Birkaç gün önce gelmek istediğini söylemiş ancak Eray gelmesini istememişti. Anlattıkları ile ilgilenmedim. Yine her zamanki Eray işte dedim. Gerçi, anlatırken ben böyle düşünsem de ve o bana çok anlamlı gelmeyen şeylerden bahsetse de bu sefer onun anlattıkları ile ilgilenmediğimden değil, durup dururken aklıma gelen bu kutu meselesi yüzünden ilgilenmedim.

Eray, elinde telefon, gelen mesajlara cevap yazarken filanca kız arkadaşından bir şeyin eksik olması nedeni ile ayrıldığından bahsetmeye başladı yine. Yan masadaki radyoyu görünce onu kutuya nasıl koyacağımı düşünmediğimi farkettim. Eray’a dönüp, “ne eksiği bi yürü git, hâlâ aynı yerdesin” dedim. Aklımdaki kutu dikdörtgendi. Gözümde canlanan şekli buydu ve üzerinde kırmızı harflerden oluşan bir gıda markasının ismi yazıyordu. Son zamanlarda gıda alışverişi yaptığımdan değil, tüm taşınmalar böyle olduğundandı. Eray, her zaman ki gibi, “ben kızlardan çok mu şey istiyorum” diye başlayan sonunda aynı yere varan bir sürü şey söyledi. Bu sefer öyle olmasını istemiyormuş. Dikdörtgen kutuya önce radyoyu, boşluklara da kitapları dik koymalıydım. Bu sefer kutunun kapaklarının kapanmayacağını anladım.

“Kavga mı ettiniz” diye sordum.

Telefondan başını kaldırıp “yok her şey yolunda” dedi.

“O zaman niye aynı şeyleri tekrar edip duruyorsun” diye sordum.

“Bu da başka şeyleri sorun etmeye başladı. Bir arkadaşı beni tanıyormuş. Bir şeyler söylemiş de öyle miymişim diye sorup duruyor” dedi.

O bunları söylerken karşımdaki kapaklı dolaba bakıyordum. İçine kitaplar dışında bir şey koyup koymadığımı hatırlayamadım.

“Seni tanımaya çalışıyor şimdi de bunu sorun etme işte” dedim.

“Yok sorun etmiyorum da, aynı şeyleri tekrar edip duruyor” dedi.

Benim  çayım bitmiş, aklımdaki kutuya eşyaları hala yerleştirememiştim. Eray, “bu meseleyi sonra konuşuruz” dedikten sonra akşam benim de gelip gelmeyeceğimi sordu.

“Nereye gideceksiniz” diye sordum tahmin ettiğim halde.

“Önce filanca yerde yemek yer, sonra çıkar sahilde bir kafede oturur bir şeyler içeriz” dedi.

Radyodan vazgeçtim, kitapları mutlaka önce koymalıydım gerekirse radyoyu elimde taşırdım. Çaycı geldi, boş bardakları aldı, ben tekrar çay istedim, ona da söyledim. Mesaj yazdığından fark etmedi. Gelince içmeyecekti biliyordum. Çaycı tamam deyip çıktı. Ben çekmeceyi açıp sigara alırken, bu sefer Musalla Taşı ve diğer albümler, siyah-mavi ve lacivert dolmakalem mürekkepleri ve bordo renkli stiloforu gördüm. Bunlar, kitaplarla aynı kutuya düzgün nasıl yerleştirilebilir diye düşündüm. Sigara yaktım, iki dakika geçmeden yeni çaylar geldi. Eray “ben içmeyeceğim” dedi ama ben çaycıya ona da bırakmasını işaret ettim.

O lokantada yemek yemediğimi, gelirsem oraya gitmeyeceğimizi söyledim.

“Biliyorum ama daha iyi neresi var sen söyle oraya gidelim” dedi.

İlgilenmedim, sadece “siz gidin ben sahilde kafeye gelirim” dedim. Kutuyu tekrar aklıma getirdim, ebatlarını gözden geçirdim ve neleri koyacağımı sıraladım; kitaplar, kalemlik, takvim, radyo, müzik albümleri, dolmakalemler, mürekkepler, stilofor vardı. Kitapları saymalıydım önce. Ebatları aynı değildi, Kutu yeterince derinse, kitapların bir kısmı yatay, bir kısmı dikey konulacaktı. Kalemleri, kalemliğin içine sonra da kalemliği kutuya koyarsam yer kazanırdım. Ama kaç kitap vardı?

Eray, nasıl olsa akşam benim de yemek yiyeceğimi bu yüzden yemeğe de gelmemi söyledi. “Akşam yedi gibi çıkalım” dedi.

Tekrar nereye gideceklerini soracaktım vazgeçtim, “en azından yemeği birlikte yemelisiniz, ben kafeye gelirim” dedim. Benim ikna olmayacağımı anlayınca, soğuttuğu çayını yarım bırakıp çıktı.

Masaya, sehpalara, üzerlerindeki eşyalar baktım bir süre. Bir şey arar gibi odayı gezdim, kitaplığın yanına gittim, kitapları saymak için. Dolabın kapağını açtığımda dergileri gördüm. Bunlar kutuya sığar mıydı? Ancak dik konulabilirdi, ama dik koymak için de yeteri kadar yer olmalıydı. Kutunun üstü kapanmayabilirdi. Altı yedi tane dergi, on beş yirmi tane de farklı ebat ve kalınlıklarda kitap vardı.

Cam kenarına geçip şehri izledim, bir sigara içimi kadar. Elimde kutu vardı, tek elle taşınamayacak kadar ağırdı ve her şey sığmayabilirdi. Demek ki, bir elimde kutuyu diğer elimde radyoyu taşıyamayacaktım.

Tekrar oturdum, önce sağ taraftaki ikinci, sonra üçüncü çekmeceyi açtım. İlaçları, dolmakalem kutularını, mürekkepleri gördüm. Hepsini masaya çıkarıp, etraftaki tüm eşyalara tekrar baktım. Dolmakalemleri kendi kutularına, ilaçların kutu ve prospektüslerini atıp kalemliğin içine sıkıştırsam yer kazanabilirdim. Sığar gibi geldi. Diğer çekmeceleri açtım. Büyük masanın sol taraftaki çekmecesinde fotoğraf makinesi ve çantası vardı sadece. Sol tarafta üzerinde radyo bulunan masanın ikinci çekmecesinde, bir arkadaşımın hediyesi olan ahizeli, masa telefonu şeklindeki çakmak ile masa takvimlerini gördüm. Onları da masaya çıkardım. Güneydeki pencere pervazında da Japon Akça ağaç bonzai…

Stilofor kalemi aldım ve bir derginin arka kapağının iç tarafını anlamsızca karalamaya başladım. Tekrar düşünmeye başladım. Elimde bir tane, dikdörtgen şeklinde fazla derin olmayan bir kutu olacaktı. Önce, büyükten başlayarak, dergileri ve kitapları yerleştirmeye başlayacak, sonra, telefon şeklindeki çakmak ile müzik cd’lerini koyacaktım. Sonra…

Sonra kapı çaldı. Çaycı boşları almaya gelmişti. Aklımda, köşede bir yerde bıraktım kutuyu. Zaten günü değildi. Ve zamanı geldiğinde de, bir elimde kutu, bir elimde eski kırmızı radyo ile odadan çıkamayacaktım.

Kategori: DÜZ YAZILAR

Yorumlar

Yorum Yap >>