İçeriğe geç →

Kategori: DÜZ YAZILAR

AYRI

“so easy to look at, so hard to define…” Bob DYLAN Her birimiz ayrı düşlerde olsak da şimdi, ayrı hüzünlerde, kendi köşemizde; aynı yöne bakmıyor muyuz aslında?… Aynı şeyler değil mi çözemediklerimiz, korkuyla beklediklerimiz?… “Biraz beklesen aslında, her şey düzelecek belki, belki gerek bile kalmayacak…” Anlam verememek yaygın bir hastalık gibi şimdi, yalnızlık, bir hastalık, kalabalık içinde… Dedik ya, birlikte çıkmadıysak da yola, tökezlemedik mi aynı kavşakta?… “Böyle bir şey için korkmaman gerek, bu dediğin, yani gerçekleşirse, zaten senin kaybetmekten korktuğun şeyler de geçerliliğini, değerini yitirmiş olmayacak mı? Aslında, senin için artık değersiz bir hale gelen bir şeyleri kaybetmiş ya…

Yorum Bırak

DELİLİK

“Dinliyorlar Dinliyorlar kendi seslerini Dışarının sesini Ve tüm sessizliği (gibi).” Ferit EDGÜ Zamanı anlamaya çalışmak, ne nedir, niye olur, nasıl olur gibi sorularla uğraşıp durmak… Oysa “olur mu?” sorusuydu asıl ilgilenilmesi gereken… Zaman ise çözülmesi, anlaşılması değil; usulca, kibarca tüketilmesi gereken bir çabaydı yalnızca. Zaman! Bir çabaydı… *** Unutmak lazımdı… Unutmak lazım mıydı? Bir şeyi unutmak mümkün müydü? Yani, isteyerek unutmak bir şeyi, etken bir fiil olarak “unutmak”?! Özgür müydük o zaman?… *** An gelir insan artık hiçbir şeyden korkmayacağını bilir…Çünkü korkmak beklentili bir eylemdir. Yani, korkmak eylemi, bir şeyin “olmaması” dileğini içerir, “olması”ndan ziyade… Olur mu?… *** Gürültülerin içinden…

Yorum Bırak

BEKLEME ODASI

Kalabalık dağılmıştı biz geldiğimizde, tanımadığımız birkaç insan, birkaç duvar ve yorgunluğumuzdu karşılayan… Pek fark edildiğimiz söylenemezse de, oradaydık işte, orada oluvermiştik, başka bir yerde de olabilirdik, başka bir kıyafetle. Herkes baksındı işine… Uzun uzun anlatılmamalıydı hikayelerimiz, anlatılmamalıydı hattâ… Bir köşeye çekilip beklenmeliydi “asıl” dinleyicilerimiz, “asıl”larımız… Sonra zaten her şey anlaşılacaktı, sonra, bir şeyler olacaktı, bizse sabredemedik, asıllarımıza ihanet ettik daha vakit dolmadan, unuttuk, unutulduk elbette… “Yok”luğumuzun gücüne varamamıştık, farkına varamadığımız gibi. Çaba dediğimiz şeyin, nihayetinde bir tutsaklığa gittiğini, bizi, “başka”lığa ittiğini, görememiştik… Ve hayat bekleme odasına alır artık seslerimizi… Şimdi sessizlik…

Yorum Bırak

BAZEN AKLIMA GELMİYOR DEĞİLSİN

Bazı fotoğraflar üzerine konuşulmaz. Bazıları, o bazı fotoğrafları yaşar; bazıları o bazı fotoğraflara bakar. Zor olanı bakmaktır. Ama iyi olanı da odur.

Yorum Bırak

DOLANDIRICI

Eve gelmek için taksiciyle iki milyona anlaştım. Sonra en olmadık yollardan dolaştırdım adamı. Kin tutan bi insan değilim esasen…

Yorum Bırak

ESKİ KAPI

Daha önce oturduğum evlerin anahtarları anahtarlığımda duruyordu. Çıkardım ama atmaya kıyamadım.

Yorum Bırak

KIRK ÇÖP

“Vasati” sanırım “en iyi ihtimalle” demek…

Yorum Bırak

GÖZ GÖZE

Bazen böyle, bir mevzuya girersin ama mevzu kayıptır. Yani bağlanacağı yeri bir tek sen biliyorsundur. Ve bağlayacağın yerin ne kadar fuzuli ya da ne kadar tehlikeli olduğunu lafın ortalarında bi yerde anlarsın ve süper bir vücut çalımıyla bambaşka bir yere bağlarsın, çok da başarılı olursun. Sonuçta insanlara çok hoş gelir senin bağladığın yer, lafı bağlamak istediğin yeri yalnızca sen bilirsin. Ya da öyle zannedersin. Ki en güzeli de odur.

Yorum Bırak

TATLI

acı da bir tat ise.

Yorum Bırak

BABAM

Beni havaya atıp yakaladığını hatırlıyorum. Dalında kıkırdayan bir serçeydim. Ulu bir çınardın. Yenilmezdin sen. Dünyanın en güçlü erkeğiydin. Sen bir tanrıydın. Ne kadar da güçlüydün. Her şeyi biliyordun. Bir gün belki ben de senin kadar güçlü olacaktım. Bütün gün çalışırdın. Yine de akşamları iş dönüşünde dolaşmaya çıkardık. Saatlerce yürürdük. Yürürken masallar anlatırdın hep. Şehir sokakları macera dolardı. Hep sevdim yürümeyi. Uzun yürüyüşlerden keyif alabilmek erdemdir. Sen öğrettin. Karşılıksız aşkı da senden öğrendim ben. Sen anneme aşıktın. Oysa annemin senin gibi bir kaybedene aşık olması mümkün değildi. Zengin ve otoriter bir erkekti annemin beklediği; hep böyle düşünmüşümdür. Sen kötü şiirler yazan,…

Yorum Bırak

MÜZİK

Yukarıdan izlerim hepsini. Ne kadar güzeldir yüzleri. Bilmezler. Sokulurlar birbirlerine. Hepsi müziğe kaptırmaz kendini. Cepçiler vardır. Öndeki kızın kalçasına sürtünmeye çalışanlar. Erkek arkadaşının omuzuna koymuştur birisi kafasını. Yalnız bir adam kızın saçlarına dalıp gider. Uzun siyah saçlarına dokunmak ister. Tutar kendini. Bir erkeğin omzuna dağılmıştır saçları, kız tanımadığı bir aşkı düşler. Arkasında yalnız bir adam dalıp gider. Müzik yükselir, çarpar tenime. Nasıl sıcaktır solukları, nasıl dingin. Bilmezler. Herkes bilir nerede olduğumu. Kimse tanımaz. Hafife alırlar. Gündüz ve gece başımı bekleyen iki bekçim var. Odalarımdan biri bekçiye ayrılmıştır. Her sırrını bilirim bekçilerimin. Gündüz bekçisi ellisinde kır saçlı bir adam. Günde iki…

Yorum Bırak

DELİ MUSA

Ertesi sabah erkenden kalktı ve hemen heykelin yanına koştu. Ve bu ondan sonraki günler sürüp gitti. Kimi zaman onun güzel dudaklarını öperken ya da ince ellerini okşarken, ona sanki heykel nefes almaya başlıyormuş gibi geliyordu. Artık çalışırken şarkı söyleyemiyordu, hatta çalışamıyordu bile. Çünkü heykele öyle derin bir aşkla bağlanmıştı ki bütün zamanını onun önünde diz çökmüş, kendi yarattığı bu güzelliği hayran hayran seyrederek geçiriyordu. Heykeltraş Pigmalion, Yunan mitolojisi 70’lerde bir orta anadolu kasabasına nasıl olduysa sosyalist bir belediye başkanı seçilir. Belediye başkanının ilk icraatı kasabaya bir park yaptırıp, ortasına bir kadın heykeli diktirtmek olur. Zamanın sağcıları başkanın İstanbul’da bir metresi…

Yorum Bırak

NE FARK EDER…

beyazlar içinde bir kadın. uzun eteği uçuşur. uzun saçları dalgalanır. gidip koklasam. biraz önce duş almış. elinde seramik bir fincan. fincanda metal kaşık. sıcak bir buğu yükseliyor. sokakta gülümseyerek yürüyor kadın. çok güzel bir kadın. serinlik duygusu gibi. dünyaya aldırmıyor. bir ilkokul öğretmeni. babası binbaşı. kimse asılmaya cesaret edemiyor. oysa seramik fincan o kadar davetkar ki. gözlerinde delilere özgü bir buğu. yudumluyor fincanı. ayvalığın tostu güzel değil yalnız. öğle vakti tost ayran. deniz. güzel avrupa halkları. çirkin kısa asyalılar. bir gürültü, bir karmaşa. yaşlı bir falcı kadın geliyor. kızıl bir şal üstünde. zorla elimi açtırıyor. hadi aşklarıma bak. böyle bir…

Yorum Bırak

GÜVERCİN

Ben rüzgar tanrısına inandım. Kadın ateş… Sessizce bekledik odada. Benim için farketmezdi; kadın için bekledim. Gün bulutluydu. Duvar saatinin tiktaklarını dinledik. Sokaktan geçen arabaları dinledik. Yağmur çiseledi. Pencereye vuran damlaları dinledik. Ses güzel bir güvercindi. Vuruldu. Odanın ortasına yığılıp kaldı. Hayvanın can verişini izledik. Kadın kalktı, masaya tabakları, tuzluğu koydu. Canım sigara çekti. Bir ateş ver, yakayım ucunu. Tuttum kendimi. Kadın için. Vakit yaklaşıyordu. Gözlerinin içine baktım. Kaçırdı gözlerini. Ellerine baktım. Ayaklarına baktım. Çocuksuydu. Bacaklarının arasını düşündüm. Ben istediğim için traş etmiyordu artık. Oysa ateş tanrısına tapan kadınlar için bir temizlik göstergesiydi bu. Dayanılmaz bir çekimi vardı bu tüy yumağının.…

Yorum Bırak

AVRUPA BİRLİĞİ

ayvalık’a gitmiştik. deniz kenarında bir kafede oturuyorduk. atılan paraları dalıp alan çocuklar vardı. yan masada bir turist ailesi oturuyordu. çocuklarına bir hamburger söylediler. çocuk ekmeğin içindeki eti yiyip bıraktı. geriye rus salatalı yuvarlak bir ekmek kalmıştı. masadan kalktıklarında denizden bozuk para toplayan beş kadar çocuk masaya koşup bu ekmek için kavga etmeye başladılar. bir hamburger ekmeği ve beş çocuk. biri koparttığı parçayı ağzına atamadan diğeri elinden kapıyordu. çingeneymişler. çadırda yaşıyorlarmış. sonradan yol kenarında çadırlarını görmüştüm. çıplak ayaklı çocuklar. gerçek bir sefalet. ve çingenelik ne müzik ne dans ne kızıl şallı siyah gözlü kadınlardır. öğrenmiştim. orta okuldaydım. çocuklar ekmeğe saldırınca turist…

Yorum Bırak