İçeriğe geç →

BU BELKİ YILLARDIR BEKLEDİĞİNİZ ANDIR

O pınar kıvrılarak akıp gitti yanından. Sonsuza kadar kaybettin. Kirpiklerine kara bir gölge düştü sonra, hep biraz korkarak güldün. Değil mi ki bu geldi başına, içinde yıkanıyorken daha dün, şimdi uzaksın böyle. Böyle kıvrılıp gitmiş, böyle terkedildin, çorak. O pınar kıvrılıp gitti uzaklara. Sesini kıstın, bir çocuk sesine benzettin. Şaşırmadığın halde şaşırmış gibi davrandın sonra. İlgilenmediğin halde ilgileniyormuş gibi… Pek küçük geldi dertleri hep. Ne vardı bunları konuşacak? Dünyayı yönetsen ne geçerdi eline? Evetler, hımmm’lar, aaa’lar. Gidin başımdan demek zordu çünkü. Korkuyordun içten içe. Bu hüzün içi boş çıkabilirdi, herkes korkuyordu. Belki bir Allah vardı veya yoktu, belki aradığı o değildi, belki kendimizi kandırıyorduk hep, belki hiç kandırmamıştık. Korkuyorduk ama. Bir şeye inanınca korkmaya da başlıyorduk, ya hepsi boşsa?

O pınar terkedip gitmişti bir kere. Sahip olduğun ne varsa eninde sonunda bir hapishaneye dönüştü seni kilitleyen. Cesaretin kırıldı. Öyle baktın kaldın, artık inanmaya korkarak. Herkes ve herşey tanıyordu birbirini, ne garip biraz dinleyince düşmanlar hemen anlıyordu ne dediklerini ve bunu herkes biliyordu. Savaşıyorduk yine de ne garip.

O kovulduğumuz ülkeyi hatırlayıp sızlandık. Kirpiklerine kara bir gölge düştü. Böyle yaşayamaz insan dedin ve bir yatakta çırılçıplak yatarken ansızın farkettin ki bir tek sevgililer haklı çıktı. İnsanın her yanından sevgi fışkıran, iflah olmaz bir çocuk olduğunu gördün. O pınar akıp gitti, çocukluğun seni terketti, sen bakakaldın. Neyin değerli olduğunu gördün. Başını okşayan bir selamın kıymetini. İçinden gelerek selam verdin insanlara, almasını bilen de çıktı bilmeyen de. Birbirimizi hep tanıdığımızı anladın, çıkarıldığımız o ülkeyi unuttuğumuzu da.

Bir anın gelmesini yıllarca bekler mi insan? Hani annen yeniden annen olacaktır. Sokak lambaları yanınca eve girip yemek yiyeceksin ve burası senin yeniden yurdundur o zaman. Bir anın gelmesini yıllarca bekler mi insan, ister mi, özler mi, hasret çeker mi? Kırıldığın yerden doğrulurken hayvandan insana, artık yeter dediğinde, bir yatakta çırılçıplak yatarken farkettin O yüzden bu kadar yalan söylediğini, o yüzden böyle şaşkın bakakaldığını, kim ne bilsin?

Bu kadar ciddi bakmak zorunda mısın insanların yüzlerine? Bu kadar kederli sigara içmek zorunda mısın? Bütün hataların hoş görülsün diye yazı yazdığını itiraf etmek zorunda mısın? Artık çocukluğun seni terkettiğini, hiç bir yerde karar kılamadığın için gizlice övündüğünü…

Yas tuttuğunu farkedince rahatlıyor insan; belki şiddeti azalırken anlıyor ancak, belki de sıkıntısına bir isim koyabildiği içindir ilk defa. Hiç bir şey bilmeyerek ve hiç bir şey anlamadan oturdun yerine. Böyle yenilince tevazu da gösteriyorsun bak. Aşk geçip gitse de bir tek sevdalılar haklı çıkıyorsa ve sen insan gözünden daha güzel bir şey görmediğini düşünürken, artık durduramazsın kendini, başka bir yer olmalıdır.

Sev de bak;
neymiş leyleğin havada dönüp durduğu,
neymiş rüzgarın esip gittiği,
neymiş denizin kabardığı.

sev de bak;
neymiş bekleyip durmak,
neymiş ümidin boşa çıktığı,
neymiş yılanın kıvrandığı,
annenin çırpındığı.

sev de bak;
neymiş çayırın kuruduğu,
neymiş canının çektiği,
canının canı.

Başlarsın ufku taramaya, boşa. Göz nihayet çevrilir içine, içinde bekleyip duran güzele. Bakışırsınız. Siler kirpiklerin karasını, ovalar alnından akan ter ve kiri, ağrını dindirir. Seni kim koydu içime? “Ben senim” der güzel, “bir tek beni bildin, bir tek beni sevdin, bir tek benleydi kavgan, bir tek beni terkettin, bir tek bana ağladın sen. Sabah olduğunda yine unutacaksın gözlerimi, beni. iflah olmaz bir çocuksun sen”. Tanıştır dedim kendime, o güzel insan gözlerine, aynı saçmalığı duymaktan sıkılmış kulaklara, hep yas tutmuş olana, sabırla seni bekleyen mevsime, rüzgarın kırdığı ağaca, yalanın bittiği ana, ölüme, mülke, paraya, kanuna; sıkıntıdan, zulümden ve yalandan mahvolmuş insanlığa, hasrete ve kavuşmaya, aşkı yoksunluk diye tanımlayana.

Bakınız bu belki yıllardır beklediğiniz andır, bu bizim çaresiz şaşırıp kalmışlığımız, bilmemekten öte hiç bir şey yapamadığımız, düğümün çözüldüğü, elinin kolunun bağlandığı, dünyayı nizama sokan, sonra da kırıp geçiren, bu en ağır yaramızdır. Kanayıp duran, içimize bir diken gibi batan, bizi hep vurmuş olan, utandıran ve hayale boğan, bir türlü ağlamana izin vermeyen ve bütün yaslı yüzlere her şeye rağmen bir gülüş konduran bu: güzel’dir.

Kategori: DÜZ YAZILAR

Yorumlar

Yorum Yap >>