İçeriğe geç →

Yazar: Mustafa Doğan

Musa

Musa. Sokaktaki her altı yüz kırk dört kişiden biri. Yirmili yaşlarının başında. Hiçbir şey verilmemiş her insan gibi, kendinin olmayan her şeyi istiyordu. Dişlerim çenemden aşağı birer ikişer yuvarlanırken bunu düşünüyor değildim tabii. Onun kadim sözleriydi bunlar. Cüzdanımı ısrarla isterken benim bir orospu çocuğu olduğumu ve boş zamanlarımda pezevenklik yaptığımı iddia ettiğinde satır aralarını okuyarak anlamıştım bunu. Dağarcığının en kıvrımlı küfürlerini bana saklamış gibiydi ve bunca yıldır sivrilttiği nefretini yüzüme vurduğu iki buçuk dakika içinde hepsini anlatmak istiyordu. Musa. Yüz yirmi yedi bin adaşı olan bir peygamber. Orta boylu, kahverengi saçlı. Elindeki sopaya asa demek doğru olmayabilirdi ama kaşımla birlikte…

Yorum Bırak

Normal

“Normal koşullarda üç, bilemedin dört ay diyebiliriz.” İyi dedin de, bundan sonra normal diyecek bir şey kalmaz ki bende. Zaten karşımda tek başına otururken cümleni çoğul bitirmen beni pek de rahatlatmadı bilesin. Hadi onu da boşver anasını satayım, o ‘bilemedin’ dediğin bir ayda neler yapılır fikrin var mı? Günde iki saatten altmış saat denizi izlersin, sıkılırsan üç ortalamayla doksan kilometre yürürsün onun yerine. Otuz rakı sofrasında beşer kişiden yüz elli kadeh tokuşturur, keyiflenirsen ikişerden yüz şarkı söylersin. Boynunda sevgili nefesiyle otuz kere uyur, taze çay kokusuna otuz kere uyanırsın. Günaşırı desen on beş kere banyo yapar, haftasonlarını pas geçsen yirmi…

Tek Yorum

Eşik

Yine böyle bir gündü bak, hiç unutmam. Zaten nerede gereksiz şey varsa unutmam ben. Birini kapıdan uğurlamakla meşgulüm ama öyle uzatmışız ki yeniden içeri buyur edeceğim hani. Etsem ederim de bunun çay demlemesi var, en az yarım paket daha sigara içmesi var, baktın gitmedi, yatak hazırlaması var. Var oğlu var yani. Nevresimleri de yeni yıkamışım aslında, mevzu o da değil. Üşeniyorum bildiğin. Eşikte durmuş, sanki az önce içeride susan biz değilmişiz gibi öyle bir sohbete başlamışız ki! Şiir gibi de muhabbet dönüyor hani. Ben git desem ayıp olacak derdindeyken, gideyim dese beni kıracağından korkan o var sahnede. Dekor ise sade; karşı komşunun üç boş saksısı,…

Yorum Bırak

PERVAZ

elbet bir gün kaybolacağını biliyordum.hissediyordum, defter arasında saklanan fotoğraflar, bir çekmecede unutulmuş notlar gibi yavaş yavaş silinerek gideceğini, gitmeyi tercih edeceğini. gidişini hikayeleştirmek ile karikatürize etmek arasında kaldığım zamanlardan birinde daha iken, sana bu satırları yazıyorum. daha önce de birbirimizin aklından taşındığımız olmuştu. neden gittiğimizin, ne zaman döneceğimizin ya da kiminle gittiğimizin hiçbir önemi yoktu. bilirdik ki yine de aynı mahalledeydik ve yolumuz düştüğünde birbirimizin pencerelerine bakarak geçerdik evlerimizin önünden. ışık varsa, oradaydık. oradaysak, misafirliklerimiz davet gerektirmezdi. davetsizlik, gereğine kanaat getirdiğimizde yorgun akıllarımız için sığınaktı. neden sorulmaz, çayın yanına da şeker getirilmezdi. diyorum ya, elbet bir gün kaybolacağını biliyordum. adamın…

Yorum Bırak

İKİ

her şey düşlendiği parlaklıkta kalsa kimsenin kalbi falan kırılmazdı. onu tanımayan bir insanı endişelendirecek bir sükunetle sigarasını söndürmüş, şöyle bir doğrulup kapıya doğru bakmıştı. susuyordu ama sırtının, boynunun her kıvrımıyla konuşuyordu bağıra çağıra. son iki saattir sehpada küçük depremler yaratan telefonu ritmik iki artçı sarsıntı sonrası durulmaya karar vermiş; bana ise usulca sönen ışığını takip etmekten başka yapacak bir şey kalmamıştı. ekranda yazanları bilmemize ihtimal yoktu ancak isabetli tahminler yapabilecek kadar öngörü sahibi insanlardık şunun şurasında. iki cümlelik daha sustuktan sonra yeniden yanıma uzanmış, iki tekil çaresizliği yan yana getirmek işe yarayacakmış gibi koynuma sokulmuş, iki elini bir yapmaya karar…

Yorum Bırak

İHTİMAL

düşümden tırnağımdan ne artırdıysam aklıma çarpıp duruyor böyle zamanlarda. böyle zamanlar diye etiketlemeyi sevmiyorum aslında yaşadıklarımı. ama bazen bayağılık en doğru tercih oluyor işte, tam olarak da böyle zamanlarda. “gözlerini kapat, bakalım ne göreceksin.” kahkahaları sokağın uykudaki sakinlerinin duvarlarına çarpıyor ve kalan ömürlerini geçirmek üzere aklıma yerleşiyorlardı. belki beni yeterince tanımıyordu ama iyi biliyordu, çok iyi biliyordu. beni tanıdığına memnun olan onlarca kişi yaşamıştı hayatımın muhtelif köşelerinde. ancak bildiği halde kaçmayan tek kişiydi o. cümlelerimin üzerindeki örtüyü kaldırıp hınzırca gülümseyen ve onları utandırmadan geri örten tek kişi. aynı şemsiyenin altına girme ihtimalimiz için yağmurun yağmasını, koluma girmesi için ise ellerinin…

Tek Yorum

OLTA

o gün evinden çıktığımda gelip çöreklenmişti aslında kafama. yokuştan aşağı meyletmiştim ki önce bir martı selamını verip geçti başımın üzerinden. sonra o tanıdık deniz kokusu tutundu burnumun ucuna. “yaklaşıyorsun işte denize” demiştim sigara arası bir nefeste, “ıslanacak mevsim de değil aslında.” yüzünü her düşündüğümde aynı şey oluyor. hani aynanın karşısında durup da omzunun üzerinden bana baktığın o an geliyor işte aklıma. gelmekle kalsa iyi, çıkmıyor ki anasını satayım. oltanın ucunda duruyor işte dudağının kenarı. ne diyeyim, rast gele! “bırakacan ki çırpınsın, yorulsun biraz” son iki saatimi en ucuzundan balıkçı bilgeliğine teslim ettiğimi düşünüyordum ki susmuştu. son cümleyi alnıma saplayıp susmuştu…

Yorum Bırak

Yuvarlanma

virgülün sağındaki ilk basamaktım oysa ki. bir’e tamamlanmaya en yakını, en hevesli olanı.

Yorum Bırak

YENİ

“bugüne kadar düşündüklerinin bir önemi yok, yaşadıklarının da.” sanki yanımdaymışcasına sesini duyuyordum hala. sarı araba, radyosunda bilmediğim şarkılarla, anımsamakta zorlandığım caddeler ve tabelalar arasından, soluk mavi gömlekli sürücüsünün istediği hızda, bir saat öncesine takılmış düşüncelerimle beni bir yere götürüyordu. “yeni bir hayata başlıyorsun artık, buna alıştır kendini!” manzarası olduğuna inandırıldığım için bu odayı kiralamıştım, en bayağı pazarlama taktiklerine boyun eğebilecek kadar yorgundum o an. zaten bir gün yalandan ölen birisi olursa cenazesine katılmaktan onur duyacağımdan eminim. diğer odalarla aramızda duvarlar yoktu sanki. tıpkısının aynısı dekorların içinde kendini diğerlerinden ayrı tutmak için her yol mübahtı, kartvizitler bunun için yaratılmıştı. karınca yuvasından…

Yorum Bırak

VURGUN

– işte abi. vurgunu yiyince böyle elin ayağın tutmaz oluyor. – iyi de koçum, kim dedi sana o kadar derine dal diye? sonra mutfağa gitti çay tazelemek için. ulan dedim, lafı güzel koydu puşt. peki nasıl oldu da ben bu gediği göremedim? konuşacaktım aslında. derdim tasam bir inci bulmaktı, olmadı diyecektim. derken odaya girdi iki elde iki ince belli. çayın kokusuna mı, yoksa onun gamsızlığına mı sustum hatırlamıyorum şimdi. üç bardak daha susup uyumuşum. – işte abi. vurgun yiyince böyle elin ayağın tutmaz oluyor. – iyi de koçum, kim dedi sana o kadar derine dal diye? sonra mutfağa gitti çay…

Tek Yorum