İçeriğe geç →

Yazar: K. Sinan Küçük

SİZ YORARKEN KENDİNİZİ, BU HAYATI YORARKEN; İNSANLAR YAŞADILAR, KUŞLAR UÇTULAR…

– neden bana anlatmadın? – neyi? – anlatmak istediklerini, bütün bu yaşadıklarını. – sormadın ki. – seni doğru dürüst tanımıyordum bile! – evet. – yani? – esas önemli olan, beni tanımasan da bunları anlayabilmen, tahmin edebilmendi zaten. sebebini bilebilmen. sense o kadar anlayışlı değildin sanırım. göremedin… – göremedim demek? – göremedin. – nasıl görebilirdim ki? – nasıl baktıysan, öyle görebilirdin… – baktım mı? – bakmadın mı? – baktım. – ama göremedin işte. nasıl baktıysan, göremedin. – suçu bana yüklemeye mi çalışıyorsun? – sen soruyorsun, ben söylüyorum. – doğru dürüst hiçbir şey söylemiyorsun. – suçu bana mı yüklemeye çalışıyorsun? – ……

Tek Yorum

ANLAMAK

Anladım… Böyle başlasak bir gün bir söze, hangimiz olursa… Yani, içimizden birisi, “anlamış” olsa, ne tuhaf olurdu! Tuhaf olurdu, çünkü varoluşumuz biraz da “anlamamak”la mümkün. Hastalık diye bir şey olmasa, doktorları düşün bir kere… Ne bileyim, düşün işte, itfaiyecileri, “ateş” diye bir şey olmasa… Bu kış da böyle geçecek… Bu kış da böyle geçecek, ve biz, biz yine “mekânımızı” ısıtma görevini üstleneceğiz, her gün biraz daha “üşümek” pahasına… Her gün biraz daha “bitmesin” için, her gün, “biraz daha” olacak, her ne olacaksa… Her ne olacaksak… Artık soru sormamalıyız galiba… Çözmeye uğraştıkça ilk düğüm noktasından ne kadar uzaklaştığımızı biz bile bilmiyoruz…

Yorum Bırak

SANA NELER DENMEDİ

Unut dendi sana… Bildiğin ne varsa eskiye dair, beklediğin ne varsa, ne olmuşsa, kapını ne çalmışsa, yoluna kim çıkmışsa, kim “kesmişse” yolunu… Unut dendi sana… İnanmadın… Umut dendi sana… Umut, olmadık yerde, olmadık zamanlarda. Hiç!… Duymazken “dair” bir şey, hissetmezken, giderken… Umut dendi sana… İnanmadın… Sus dendi sana… Susabildiğin kadar öyle ki, sesin yettiğince sus, avazın çıktığı kadar… Sesinden tanıyacaklar, sözünden tanıyacaklar ödümüz kopuyor… Gözlerinden okunuyor. Sus dendi sana… İnanmadın… Yas dendi sana… İşte bu yas tepeden tırnağa! İşte karartmışsın gözlerini boyamışsın ölüme ve görüp göreceğin ne varsa katmışsın arkana, düpedüz güpegündüz, geceye yanaşmışsın, bir kibrit çakmışsın ki hâlâ yanmada,…

Yorum Bırak

YAZMAK CEHENNEMİ

Daha yazmaya başlamadan bir şeylerin kararı verilmiştir zaten. O, yazarak çözülebileceğini sandığımız şeyler -her ne iseler- “çözülebilecekleri kadar” çözülmüşlerdir belki de… Ya da, bildiğimiz, çözemediğimiz gibi, çözülememişlerdir… Orada, öylece, dururlar… Kaçmaktır, öyle, arkana bile bakmadan, öyle korkmuş, öyle nefes nefese, kaçmak… O, yani, esas cesareti gösterememektir. Bunu bildiğin için, bundan, belki de sırf bundan, yazmaktır. Elinden başkaca da bir şey, gelmeyecektir çünkü… “Yazma!” demişti dostum, “Yazma! İşte, seni böyle güçsüz düşüren, seni –güçlendiğini sanırken sen- yavaş yavaş, bir şeylerden, önce kendinden, uzaklaştıran, bu yazmalar… Yazma! Yazdıkça sen; tedirginliklerin, umutsuzlukların, pişmanlıkların, gün be gün çoğalarak, arkandan sürüklenip gelecektir, yakana yapışmak için…

Yorum Bırak

ÖNCELİ

Seni daha önce de gördüm. Hayal gibi olmasa da, bir telaşla yürüyordun yine bir soru gibi… “Bana doğru”ydun belki, hissetmesem de… Yine… Sözlerin, tanıdık geliyor sesin susuşun, sanki yıllar önce bir yerlerde bıraktığım bir sevgili, sanki hep benimmişsin de bir şey bitmiş gitmişim gibi, ama yine de, seni deli gibi, seni sevmişim gibi… Seni daha önce de gördüm. Unutulan bir şey varmış, sanki, aramızda kalmış, “sus!” denmiş bir şeye “eskidin!” denmiş, dönüp arkasını gitmiş, aramızdan sıyrılıp, “ikimize” dokunup, susmuş bir yerlerde, biz de susmuşuz sonra, “biz” yıllarca konuşmamışız daha… Çocukmuşuz, vaktiymiş, yine çocuğuz gibi… Seni daha önce de gördüm. Öyle…

Yorum Bırak

YAĞMUR AYINDA BERABER

gideriz yağmur ayında -bizim değil- çocukların gözleriyle dinlenirken ilkbahar! cesaret istemez hüzne gözlerimiz buluttan iner yağmur özüyle sus pus zamanlar düşer düşlerimize kırık dizeler düşeriz yollara dayanmaz yüreğimiz -bizim değil- acıya bir şehir daha düşer gözlerimizde… gideriz yağmur ayında, yalnız! dersin: sana oyun mu gelir oyun mu bu öncesiyle tükettiğimiz, umut! dersin: serseri bir yaradır hâl-i cana düşüren sevdayı biz yarattık odur ömrü bitiren azı düşleri çürümüştür sevdanın artık… uzaklara bakar gibi bakarım, “anlamlı” bakarım gözlerine anlarsın… üşümüştür yalnızlık sokaklarda aysarı lambalara utangaç bakışlarla gideriz yağmur ayında beraber değil.

Yorum Bırak

YORGUNLUK

uzun zaman oldu… uzun zaman… benliğimizi, “bir”liğimizi kuşatalı çok… uzaktan düşünmelerle, gülmelerle, için için, saklı, kör, yalancı, yabancı, sessiz, yalnız, kuşkulu… kuşkulu… kuşkulu… halimiz bize düşeli, çok… bize çok… bir yerlerde dinlenmeliyiz… bir yerlerde, sessiz, ama gerçekten sessiz, gözlerimizin de, dilimizin, ellerimizin, kalbimizin, sesimizin de duyamayacağı kadar sessiz, hattâ kimsesiz, hattâ ağaçsız, kuşsuz hattâ, denizsiz, balıksız, güneşsiz, topraksız, rüzgârsız, güçsüz, havasız bir yerlerde, dinlenmek, ölesiye dinlenmek, yani, gerçekten, dinlenmek istemeliyiz, dinlenmeliyiz… bir… yerlerde… bize de öğütlemişlerdi yabancılara açmamayı kapılarımızı… biz, gitmeler üzerine düşler biriktirdiğimizden hep, “kim o?” demeyi anlamsızlığa yoran cinayet sebepleriyiz… gitmeler… gitmek… hastalıkların yıldönümü kutlanmaz mesela… yanan evlerin,…

Yorum Bırak

AYRI

“so easy to look at, so hard to define…” Bob DYLAN Her birimiz ayrı düşlerde olsak da şimdi, ayrı hüzünlerde, kendi köşemizde; aynı yöne bakmıyor muyuz aslında?… Aynı şeyler değil mi çözemediklerimiz, korkuyla beklediklerimiz?… “Biraz beklesen aslında, her şey düzelecek belki, belki gerek bile kalmayacak…” Anlam verememek yaygın bir hastalık gibi şimdi, yalnızlık, bir hastalık, kalabalık içinde… Dedik ya, birlikte çıkmadıysak da yola, tökezlemedik mi aynı kavşakta?… “Böyle bir şey için korkmaman gerek, bu dediğin, yani gerçekleşirse, zaten senin kaybetmekten korktuğun şeyler de geçerliliğini, değerini yitirmiş olmayacak mı? Aslında, senin için artık değersiz bir hale gelen bir şeyleri kaybetmiş ya…

Yorum Bırak

DELİLİK

“Dinliyorlar Dinliyorlar kendi seslerini Dışarının sesini Ve tüm sessizliği (gibi).” Ferit EDGÜ Zamanı anlamaya çalışmak, ne nedir, niye olur, nasıl olur gibi sorularla uğraşıp durmak… Oysa “olur mu?” sorusuydu asıl ilgilenilmesi gereken… Zaman ise çözülmesi, anlaşılması değil; usulca, kibarca tüketilmesi gereken bir çabaydı yalnızca. Zaman! Bir çabaydı… *** Unutmak lazımdı… Unutmak lazım mıydı? Bir şeyi unutmak mümkün müydü? Yani, isteyerek unutmak bir şeyi, etken bir fiil olarak “unutmak”?! Özgür müydük o zaman?… *** An gelir insan artık hiçbir şeyden korkmayacağını bilir…Çünkü korkmak beklentili bir eylemdir. Yani, korkmak eylemi, bir şeyin “olmaması” dileğini içerir, “olması”ndan ziyade… Olur mu?… *** Gürültülerin içinden…

Yorum Bırak

BEKLEME ODASI

Kalabalık dağılmıştı biz geldiğimizde, tanımadığımız birkaç insan, birkaç duvar ve yorgunluğumuzdu karşılayan… Pek fark edildiğimiz söylenemezse de, oradaydık işte, orada oluvermiştik, başka bir yerde de olabilirdik, başka bir kıyafetle. Herkes baksındı işine… Uzun uzun anlatılmamalıydı hikayelerimiz, anlatılmamalıydı hattâ… Bir köşeye çekilip beklenmeliydi “asıl” dinleyicilerimiz, “asıl”larımız… Sonra zaten her şey anlaşılacaktı, sonra, bir şeyler olacaktı, bizse sabredemedik, asıllarımıza ihanet ettik daha vakit dolmadan, unuttuk, unutulduk elbette… “Yok”luğumuzun gücüne varamamıştık, farkına varamadığımız gibi. Çaba dediğimiz şeyin, nihayetinde bir tutsaklığa gittiğini, bizi, “başka”lığa ittiğini, görememiştik… Ve hayat bekleme odasına alır artık seslerimizi… Şimdi sessizlik…

Yorum Bırak

TATLI

acı da bir tat ise.

Yorum Bırak

İKİDE BİR

kapımı çalan gün mü, ertelediklerim mi? yüreğim ağzıma geliyor ikide bir! uzak zifirlere taşınık düşler tarifsizlik yanı başımda… ne zaman soytarıp da biraz açılsam desem ne zaman yanımdan geçse beyaz ahşap bir tren ve tutunup dallarına “bana inanma” desem bir kara siren sesiyle dalıyorum içeri karşıma kuruluyor kara kuru bir mazi bir mazi burnunu çekip duruyor ikide bir… yarım yamalak öfkeler bu umutlar, bu sesler balkonlara güvercinler konuyor ikide bir balkon seslerine kulak vermeli umutlara, öfkelere o zaman bir de kuğuran her güvercine isim koymalı taşlara, yosunlara, yağmurlara, düşlere… kapımı çalan gün mü ertelediklerim mi? bağcıklarımı çözmüş gidiyorum şehir ayağıma…

Yorum Bırak