İçeriğe geç →

SAKLANBAÇ

Oynamayı seviyoruz, öyle ki konusundan bağımsız olarak oyun meselenin ta kendisi. Oynamak kötü de değildir bak, şimdi hayal edelim, fırtına kopmuş, tayfalar panik içinde, sen bir kaptansın ve korkmuyormuş gibi davranıyorsun. Aynı kişiyi çocuğunun elinden tutmuş hayal edelim, aman dikkat ütüye değme derken güya korksun. İşte böyle baba gibi davranıyoruz, çocuk oluyoruz, çok üzgünken ölü rolüne soyunuyoruz, kendimize gelince yaşıyor gibi davranıyoruz.

Rollerimiz çok, aslında insan erkek ve kadına sığmıyor, doğduğu bedene uygun roller var o rolleri oynuyor, insan masum taklidi yapıyor, sonra dönüp zalim rolüne bürünüyor, aynı adam dönüp pişmanmış gibi yapıyor, benden söylemesi bazen tanrıymış gibi bazen tanrı değilmiş gibi davranıyor.

İşte sürekli sahnelediğimiz bu tiyatro oyununu çok seven bazı insanlar yazar oluyor, büründüğümüz karakterler gibi karakterler uydurup yazıya döküyor. Edebiyat bu açıdan düşünülünce bütün insanlığın ortak faaliyeti, hem de aralıksız oynanan bir oyun. Edebiyatın bir adım ilerisi delilik. Yazarın kendi içinden çıkardığı ve kağıda döktüğü rolleri ve gerçeklikleri deliler bizzat deneyimliyor. Tek bir delinin kendi evrenindeki yaratıcılığı, bütün edebiyat tarihiyle boy ölçüşür.

O zaman oyunun rol dağılımı yavaştan anlaşılır hale geliyor, köşe başında simit satan adamla shakespeare farklı işler yapıyormuş gibi davranmak, işte shakespeare’e bu oyunu tutkuyla oynadığı için ün vermek, neden bana bu rol düştü diye isyan etmek veya boyun bükmek veya bazı durumlarda yaşarken de para, şan, şöhrete boğmak, akıllıyla deli arasında ayrım gözetmek…

Evet, yazmasan delirecektin.

Kategori: DÜZ YAZILAR

Yorumlar

Yorum Yap >>